Hiç kolay değildi. Gözlerinin içine bakıp o saf duyguları gizleyerek saf nefretimi ortaya çıkarmak hiç de kolay değildi. Çok zorlandım, simsiyah gözleri şaşkınlıkla bakarken 'ben yapmadım' dememek epey zordu.
"Ağla istersen Boğaç." dedim sesimin alaycı çıkmasına özen göstererek. Bana bakmıyordu bile, gözlerini sadece arkamda cayır cayır yanan o tahta eve bakıyordu. Biliyordum, o evi kendi elleriyle inşa etmişti. Parası dahi yokken alnının teriyle her işe girip malzeme almıştı, sırf bu evi inşaat etmek için. Bunu kendi için değil, annesine yuva vermek için yapmıştı. Çünkü Boğaç ne kadar zengin bir aileden gelse dahi, babasıyla anlaşamadığı için annesiyle birlikte ayrı yaşamaya karar vermişlerdi. Boğaç bu kararı aldığında daha 19 yaşında küçücük bir çocuktu. Annesi ne kadar karşı çıksa bile, kocasının şiddetinden kendi oğulunun kanatlarının altına saklanarak bulmuştu özgürlüğünü.
Babasi Huzeyfe bey asla gururuna yedirememişti biricik oğlunun onu terk edişini. Hatta karısı bile onu terk ettiğini öğrendiğinde tüm dünyayı ters çevirip bulmuştu onları. Zaten zor olmamıştı. Ben söylemiştim yerlerini. Boğaç ne kadarda çok sevdiğim, uğruna her şeyi verebileceğim biri olsa bile, Huzeyfe beyin söylediklerine karşı koyamıyordum. Ve bu, çok daha uzun bir hikayeydi.
Boğaç, küçük ve çok çekik gözlerinde göz yaşları dolmaya başlarken, başını kaldırdı. Düşmüş olan omuzlarını da dikleştirirken siyah gözleri benim gözlerimi buldu. Ensemden aşağıya kadar hızla bir ürperti indi. Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Çok korkmuştum fakat bunu asla Boğaç'a belli edemezdim.
"Bunu neden yaptın?" diye sordu. Sesi öyle soğuk çıkmıştı ki, kelimelerle ifade edemezdim. Gaddarca bakıyordu bana. Ama sakindi.
Korktum. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, eğer şimdi o ateşin içine atsam bütün alevleri söndürebilecek düzeyde hızlı atıyordu. Biraz saçmaydı bu örnek, ama kalbimin ritmi yüzünden yüzümün yandığını hissedebiliyordum. Beynime kan gitmediğini düşünmeye bile başlamıştım.Güldüm. Sahte bir gülümsemeyle. "Bu kadarına üzülceğini bilmiyordum." Yüzümdeki gülümsemeye rağmen ona doğru adım attığımda gözleriyle beni takip ediyordu. Boğaç çok uzundu, yaklaşık bir doksan boyundaydı ve inanılmaz çekici yüz hatları vardı. Kalın ve toplu bir burna sahipti, üst dudağı alt dudağına nazaran daha inceydi. Gür kaşları ve çekik gözleri vardı. Ve işte bu yüzden kaşlarını çattığında gözleri de daha fazla kısılıyor, inanılmaz yakışıklı oluyordu. Ve tehlikeli de oluyordu. Çünkü Boğaç kolay kolay sinirlenmezdi. Kızardı biraz ama öfkesini ortaya çıkarmak için onu gerçekten çok kızdırmak lazımdı.
Protezli uzun tırnaklarımla ellerini elime aldım. Buz gibiydi elleri, üstelik taş gibi sertti. Fakat avuç içleri hep sıcak olurdu, bende hep o avuç içini okşardım. Sinirlendi. Göz pınarlarından hızla bir damla aktığında sinirle kafasını çevirdi, gözlerini yumdu ve alt dudağını dişledi. Sinirlendiğinde böyle yapıyordu. Kafasını tekrar bana çevirince bir gözü sinirden eğirmeye başladı. Elimi gözünden akan yaşı silmek için kaldırmıştım ki elinin tersiyle elime vurdu, böylelikle elim yavaşça indi. Diğer elini de elimden çekti. Bakışlarım ayrılan elimize düştü. Gülümsemem solmuştu.
"Efsun." dedi. Adım ağzına öyle güzel yakışıyordu ki, bıraksalar sadece onun ağzından ismimle hitap edilmeyi seçerdim. "Siktir git buradan." dediğinde affaladım. Küfür etmekten nefret eden biri tarafından küfür edilince, ne kadar nefret ettiğini anlamıştım. Küfürden değil, benden.
Gözlerinin içine baktım. Avaz avaz bağırmak geldi içimden ama yapmadım. Gözlerim dolarken iç yanağımı ısırdım. Etraf yangın kokuyordu. Yanan yüreğimdeki ateşle arkamdaki yanan ev eşdeğerdi. Yada ben çok bencildim. Kısık bir nefes alarak omuzlarımı dikleştirdim. Gardımı indiremezdim. "Halbuki oyuna yeni yeni başlıyorduk. Neden böyle diyorsun şimdi? Sevgilini üzüyorsun!" Alt dudağımı büzdüm. Halbuki bu evi yakan, bu duruma gelmemiz, onu kırmam ve bizi mahvetmem benim seçimlerim değildi. Hiç birini ben istememiştim. Nefret ediyordum. Onu böyle görmekten, sevgilisi olmaktan, Huzeyfe bey yüzünden bu duruma düşmekten.
"Sen nasıl bu canavara dönüştün?" diye sordu. Kaşlarını havalandırmıştı. Tükenmişti. Halbuki yanan sadece bir odalı, küçük salon içinde mutfak, ve bir banyoydu. İstese daha iyilerini dikerdi. "Ama öyle deme işte!" sesimi kontrol etmekte zorlanıyordum artık. Ondan birkaç adım uzaklaştım. Topuklu ayakkabım çamurlu toprağa battığı için yürürken zorlanıyordum. Resmen boş bir arazideydik. Yani şimdi gerçek anlamıyla bomboş bir arazide. Alayla konuşmaya devam ettim. "Sen bu kadar duygusal değildin! Ne oldu sana?"
"Efsun ben artık bu oyunlarından bıktım." dediğinde korktum. Bu ifade saklayamadım işte. Ap acık belli ettim korktuğumu. "Eğer şimdi gitmezsen," Ona lafını bitirme hakkı vermeden hışımla yanına gittim. Boy farkımız fazlasıyla vardı, yer cücesi değildim bende ama illa ona bakmak için kafamı kaldırmam gerekiyordu. "N'aparsın? Döver misin? Öldürür müsün?" Söylediklerimin ağırlığını tartmadan konuşuyordum. Bu korkumdu, terk edilme korkusu. Bayılacakmışım gibi hissettim. Ne olursa olsun, ona değil bana olsun. Ama gitmesin.
"Sana zarar verecek hiç bir şey yapmam Efsun." dediğinde ciddiydi. Boğaç kimseye kıyamazdı. Babasi hariç. "Seni yok edeceğim." Dedi kararlı bir sesle. Boş bakıyordu artık. Arkamdaki yanan evin de ateşleri sönmüştü, zaten küçücük bir evdi. İnanmayarak sırıttım. "Allah Allah, sen mi?" dedim ve ardından haykırarak güldüm. Kendimden de nefret ediyordum. Ben bu değildim. Ama bu olmalıydım. Gözlerimden akan yaş gülüşümden değildi, üzüntüden akmıştı. "Hiç güleceğim yoktu." derken gözyaşlarımı sildim. Ona bakamıyordum bile. Sadece bana yaklaştığını ayaklarından gördüm. Çenemi sertçe tutup kafamı yukarıya doğru kaldırdığında gözlerimiz birleşti.
Gözleri çok siyahtı. Nefret doluydu. Yutkundum. Kurtulmak için çırpınışlarım boşa kürek çektiğimin belirtileriydi. Zerre umursamadı. "Bırak!" diye bağırdım debelenmeyi keserek. Bırakmadı. Hatta başını eğerek yüzlerimizi yaklaştırdı. Yüzümdeki birkaç tel saçı diğer eliyle itti. Kabaydı hareketleri. Ama nefesi sıcacıktı. Bense nefes alamadım. Kalbim çıkacaktı.
"Hayırlı olsun Efsun. Uyuyan kurdu uyandırdın." Sesini tanıyamadım. Çok korkmuştum ve bunu illa belli etmişimdir. Hala ıslak olan gözlerimi daha da açtım. "Ne demek istiyorsun?" Kekeleyerek çıktı ağzımdan kelimeler. Dudağının kenarı kıvrıldı. Çenemi sıkan elleri artık canımı yakıyordu. "Boğaç canım yanıyor." dediğimde umursamadı. Kafasını kulağıma yaklaştırdı. Fısıldamaya gerek dahi duymadı. "Diyorum ki, artık dikkat et. Senin sonun ben olacağım." Kafasını çekerek diğer elini belime koydu ve hızla kendine çekti. Şimdi kesinlikle hızla atan kalbimi hissediyordur gövdesinde.
"Ama ben senin bu adilce yaptıklarını yapmayacağım. Seni mahvedeceğim. Efsun artık Efsun olamayacak. Ve o gün gelecek, durmam için yalvaracaksın. Küçücük sevgim için ağlayacaksın." dedi.
"Sıkıyorsa." dedim. Ben galiba yürek yemiştim. Boğaç belimdeki elini çekti. Bu fırsatı kullanıp çenemi tutan elinden kurtuldum, zaten bırakmaya meyilliydi. "Hayal kurma kafanda çünkü o dediklerin hiç biri olmayacak!" korkumun yerine öfkem yer almıştı. Hayatımı daha fazla mahvetmesine izin vermiyecektim. Boğaç cevap vermedi. Sadece baktı. Ölüm sessizliği oluşturdu. "Sana acıyorum." dedi. Çok gücüme gitti. O kimdi ki bana acıyordu? Ne biliyordu da acıyordu? "Adımı asla umuma Efsun." dedi ve arkasını dönerek gitti. Ne alevler yüzünden yanan evi için kaldı, ne de benim için. Boğaç benden vazgeçmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kadeh
Romance"Ama ben senin bu adilce yaptıklarını yapmayacağım. Seni mahvedeceğim. Efsun artık Efsun olamayacak. Ve o gün gelecek, durmam için yalvaracaksın. Küçücük sevgim için ağlayacaksın." dedi. "Sıkıyorsa." dedim. Ben galiba yürek yemiştim. Boğaç belimdeki...