"Ama bazen hiç beklemediğin bir anda kararıverir dünya. Gözünü açtığında acılarınla, kapattığında karanlıkla karşılaşıverirsin. Öyle ki kasvet yakanı asla bırakmaz; sen kaçarsan kovalar, yüzleşmek için çabalarsan yaralar. Bu öyle bir çaresizliktir ki, baş kaldırıların asla işe yaramaz; ya acılarında boğulursun ya da karanlıkta yok olursun."14 Ağustos 2022,
Amsterdam, Hollanda.Yanından geçtiğim duvarlardan destek alarak yürüyordum, kulaklarım uğuldarken kararan gözlerimin kapanmaması için direniyordum. Başım dönüyordu, karanlık sokağın duvarlarının üzerime geldiğini, beni boğduğunu hissediyordum. Göğsümde feci bir baskı vardı. Bir elim duvardan tutunurken diğer elimi boğazıma götürdüm ve kesik kesik nefesler almaya başladım. Bu bir panik atak mıydı? Usulca kayarak duvarın dibine oturdum ve titreyen ellerimi montumun cebine atıp telefonumu çıkardım. Telefonu açtığımda ekranı bulanık gördüğümü fark ettim, birilerini aramalıydım fakat telefondan yansıyan ışık başıma öyle bir ağrı saplanmasına sebep oldu ki gözlerimi derhal kapattım. Panikle telefonu cebime attım ve düşünmeye başladım.
Göğsümde hissettiğim baskı öyle şiddetli bir seviyeye geldi ki, tüm vücudum titrerken hissettiğim korku algılarımı kapatmıştı; düşünme yetimi yavaş yavaş kaybettiğimi fark ettim. Konuşmaya çalıştım, birilerinin sesimi duyup da bana yardım etmesini istedim fakat ne kadar çabalasam da sesimi çıkaramadım. Nefesim daha da daraldı, şiddetle öksürürken tırnaklarımı boğazıma geçirerek çizmeye başladım.
Başım yere düştü, yerde nefessizce kıvranırken öleceğimi düşünerek ağlamaya başladım. Bu gece doğum günümdü. Doğduğum gün, ölüm günüm mü olacaktı?
Neden buradaydım? Evimde huzurla içtiğim kahveyle birlikte okuduğum kitabın başından kalkıp da beni buralara kadar sürükleyen dürtü neydi?
Çırpınmaktan yorgun düştüğümde ve bilincimi yavaş yavaş kaybedeceğimi sandığımda bana doğru gelen ayak seslerini işittim. Boğuk bir kadın sesi duydum, ona eşlik eden kalın bir ses daha vardı ve bana seslendiklerini biliyordum. Birinin beni omuzlarımdan tutarak sarstığını hissettim, gözlerim kapanmamak için direnirken yanı başımda bulanık gördüğüm siluetleri tanımaya çalıştım fakat bu imkansızdı, onların yüzlerini göremiyordum.
"Nefes al!" Uğuldayan kulaklarımın ardında zorlukla seçtiğim birkaç kelime sayesinde derin bir nefes aldım. Ciğerlerime hava dolarken şiddetle öksürmeye başladım."Aferin! Sakin olmalısın. Derin nefesler al. Yalnız değilsin, nefes al!" Hâlâ güçlükle nefes alırken kulaklarımdaki uğultunun azaldığını, göğsümdeki baskının yavaş yavaş geri çekildiğini ve görüşümün netleştiğini fark ettim. On dakika boyunca nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve nihayet kendime geldiğimde etrafımı incelemeye başladım.
İlk gördüğüm siyah bir çarşafla bedenini ve yüzünü gizleyen fakat endişesini gözlerindeki ifadeden anladığım şişman kadındı. "Daha iyisin öyle değil mi?" Usulca başımı salladım ve yanındaki siyahi adamı incelemeye başladım. Kir içindeki pantolonu ve yırtık gömleğiyle tam bir serseri izlenimi veriyordu. Fakat serseriye benzettiğim bu adam benim hayatımı kurtarmıştı!
Yüzüne baktığımda gözünün altındaki uzun çizgi şeklindeki yara izini gördüm. Siyah gözbebekleri çok büyüktü.
Adam gözlerini benden ayırmadan çarşaflı kadına doğru Felemenkçe konuştu. "We moeten hem vanavond sturen." Onu bu gece göndermeliyiz.
Kadın kaşlarını çatarak adama döndü. "Şimdi sırası değil Matheu. O kendine gelmeden gönderemeyiz."
Neden söz ediyorlardı?
"Het is nog maar twee minuten voor middernacht, Caroline." Gece yarısına sadece iki dakika kaldı, Caroline.
"Peki. Kendine gelmesi için hâlâ iki dakikası var."
Matheu sinirle soluyarak Caroline'a döndü. "Als we te laat zijn, is alles verpest, Caroline. We moeten ons haasten." Geç kalırsak her şey mahvolur Caroline. Acele etmeliyiz.
Şaşkın bakışlarımla onları dinlemeyi sonlandırıp derhal konuşmaya
başladım. "Beni kurtardığınız için sağolun ama," öksürdüm ve konuşmaya devam ettim. "burada neler olduğunu biri açıklayabilir mi? Beni nereye götürmeyi düşünüyorsunuz?"
Fakat onlar beni duymazdan geldi ve konuşmaya devam ettiler.
"Çantandan küpü çıkar," diyerek emir verdi Caroline.
Matheu yerdeki büyük ve yıpranmış siyah çantayı aldı ve içinden avucunun büyüklüğünde garip bir nesne çıkardı. Gümüş renk bir küptü.
Sinirle konuştum. "Siz kaçık mısınız? Beni duymuyor musunuz?" Beni yok saymaya devam ettiler, adam küpü yere koyup ayağa kalktığında kadın da onu taklit etti. "Kime diyorum ben?"
Birden etrafı bir uğultu kapladı. Dehşetle yerdeki gümüş küpe baktım.
Ses küpten geliyordu.
Hızla ayağa kalktım ve sendeleyerek sokağın başına doğru yürümeye başladım. Burada garip şeyler oluyordu. Bu ne tuhaf bir geceydi böyle? Gecenin geç saatlerinde içimdeki anlamsız dürtüye kendimi kaptırarak buraya kadar gelmiştim, sonra hayatımda ilk defa panik atak geçirmiştim ve hayatımı kurtaran bu iki insan beni götüreceklerini söylüyorlardı, beni görmezden geliyorlardı ve şimdi de garip nesneleriyle beni korkutmaya çalışıyorlardı.
Koluma dolanan eller beni durdurdu. Arkamı döndüğümde o adamı gördüm. Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım, bana sertçe ve sabırsızca bakıyordu. "Elimden bir kaza çıkacak şimdi... Arkadaşım, ne istiyorsun, bırak beni." Bana cevap vermeden küpün yanına doğru bedenimi sürüklemeye başladı. "Neyin kafasını yaşıyorsun be adam. Derdin ne senin?" Tüm bağırışlarıma rağmen beni hâlâ görmezden geliyor ve küpe doğru sürüklemeye devam ediyordu, ben çırpındıkça daha sıkı tutuyor ve canımı yakıyordu.
Küpün tam karşısında durduğumuzda, Caroline küpün yanına çöktü ve anlamsız birkaç kelime fısıldamaya başladı. "Excitare vehiculum..."
Yüzüme vuran ışık yüzünden gözlerimi kıstığımda şaşkınlıktan konuşamadığımı fark ettim. "Bu da ne-"
Küpün içinden bir ışık yayılmıştı, bir kapı şeklindeydi ve bu kapı hızla dönüyordu.
Kollarımı tutan adam, beni kapıya doğru itmeye başladı. "Bırak! Bırak beni. Ne yapıyorsun sen?" Ben karşı koymaya çalışınca kadın da yanımıza gelerek beni itmeye başladı. "Bırakın beni! Lütfen. Benden ne istiyorsunuz?" Çırpınarak, son gücümle onlara karşı koymaya çalıştım fakat iki kişiydiler ve beni zorla da olsa kapıya doğru yaklaştırıyorlardı.Deli gibi korkmaya başladım, kalbim öyle hızla atıyordu ki damarlarımda akan kanın hızlandığını hissettim. "Sizi ucubeler. Bırakın beni! Kimse yok mu?" Kapıyla aramda sadece yarım metre kalmıştı ve ben boğazımı yırtarcasına bağırmaya, bedenimi şiddetle sallayarak onlardan kurtulmaya çalışıyordum. "Bırak beni!"
Omuzlarımda hissettiğim sert bir darbeyle birlikte dengemi kaybettim ve çığlık atarak kapının içine düştüğümde, ışığın beni hızla dönerek içine hapsettiğini hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLARDAN DÜŞEMEM
Teen FictionKaranlık odaya adım atar atmaz dikkatimi çeken ilk şey kan rengi gözlerinin parıltısı oldu. Yanıma yaklaşırken gözlerini kapatarak içine derin bir nefes çekti. "Daisy," birçok serzeniş anlamı taşıyan hırıltısını duyduğumda kalbime çöken vecaya engel...