"Yine de acılara gözünü yumduğunda ve mutluluğu aradığında, yalnızlığın soğuk pençeleri bile huzur verebiliyor insana.""İmdat!"
Süratle aşağı doğru düşerken boğazım yırtılırcasına bağırıyordum. Etrafıma baktığımda gökyüzünde olduğumu gördüm, hava aydınlıktı ve ben etrafımı saran bulutların içinden aşağı doğru düşerken son dualarımı etmeye başladım. Birkaç dakika içinde her şey bitecekti, ben yere çakılacaktım ve sert zemine çarptığım anda tüm bedenim parçalanacaktı.
Bulutlar görüş açımdan çıktığında, hızla düşmekte olduğum yere doğru bakmaya başladım. Uçsuz bucaksız bir ormandı burası, etrafta şelaleler vardı. Ağaçlar o kadar sıktı ki, ormanın içini tam anlamıyla göremiyordum. Hâlâ bağırmaya devam ederken kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki, korkudan tüm bedenimin titrediğini o an anladım.Hızımdan dolayı sürtünme o kadar fazlaydı ki, havanın bedenimde bıçak darbesi gibi yaralar açtığını sandım. Gözlerim yanmaya başladı, saç diplerim sertçe çekiliyormuşçasına acıyordu. Bağırmaktan sesim kısılınca artık pes ettim ve gözlerimi hızla yumup kaçınılmaz sonumun gelmesini bekledim.
Bedenim sertçe bir ağacın üzerine çarptığında hızla gözlerimi açtım. Fakat tekrardan ağaçtan düşmeye başlayınca çığlık atmaya başladım. Kollarım, bacaklarım, yüzüm dallara sürtünüyordu; canım o kadar yanıyordu ki daha fazla dayanamayacağımı sandım.
Tam o sırada bedenim sert bir zemine çarptı.
Acıyla inleyerek gözlerimi kapattım ve vücudumun acısını hissetmeye başladım. Sanki tüm kemiklerim kırılmışçasına canım yanıyordu. Nefes nefese kalmış bedenimi sakinleştirmek için bir süre olduğum yerde gözlerim kapalı bir şekilde uzandım.
"Hadi canım." diye söylendim kendi kendime. "Benim o kadar yüksekten düşüp de ölmemem imkansızdı, işe bak."
Gözlerimi açtım ve düştüğüm ağaca doğru konuşmaya başladım. "Sana bedenime bıraktığın yaralar yüzünden lanet mi edeyim, hayatımı kurtardığın için teşekkür mü edeyim bilemedim doğrusu."
Etrafım upuzun ve dip dibe, çeşit çeşit ağaçlarla doluydu. Üzerinde uzandığım çimler o kadar sık ve parlaktı ki, onları ellerimle okşamaya başladım. Çeşit çeşit, renk renk çiçeklerle doluydu burası; doğruyu söylemek gerekirse böyle yerler hiç bana göre değildi fakat bu görüntü karşısında hayran kalmamak imkansız gibiydi.
Ağaçlar güneşi ve gökyüzünü görmemi kısıtlayacak kadar uzundu, hayatımda ilk defa böylesine rastlamıştım.
Hâlâ uzanırken etrafımı inceliyordum fakat o anda kafama dank etti.
Burası neresiydi?
Tüm bunlar gerçek miydi?
Hızla toparlandım ve ayağa kalktım. Üstümü silkeledim ve sendeleyerek birkaç adım attım. Tüm vücudum hâlâ acıyordu, başımda keskin bir ağrı vardı ve ben bu uçsuz bucaksız ormanda nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum.
Sinirle homurdanmaya başladım. "Şaka gibi yahu. Şu düştüğüm hâle bak. Başıma gelmeyen kalmadı! Böyle olağanüstü olaylar hep benim başıma gelir zaten. Koskoca dünyada benden başka hiç kimse yokmuş gibi, gelir beni bulur böyle belalar." Sonunda sol tarafa doğru gitmeye karar verdiğimde yürümeye başladım. "Peki ya o iki ucubeye ne demeli? İşleri güçleri yokmuş gibi geldiler de beni bu derdin içine sürüklediler. Man kafalılar. Çok meraklıysanız siz girseydiniz o küpün içine."
O sırada sağ bileğimin içinde hissettiğim keskin sızı yüzünden acıyla inledim. Bileğimi ovuşturarak bakışlarımı sızının olduğu yere indirdim ve gördüklerim yüzünden tiz bir çığlık attım.
Bileğimde bir dövme vardı!
Birbiriyle iç içe geçmiş iki dairenin içerisinde koca bir yarım ay vardı.
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım, soluksuz bir şekilde dövmeyi izlerken boğuk bir fısıltı kulaklarıma ulaştı.
"Nihayet Diyar'dasın Yarımay'ın kızı!"
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Çünkü elimin üzerindeki dövme bana sesleniyordu!"Hay Yarımay'ın belası. Neler oluyor burada?"
"Doğrusu pek bir şey olduğu yok. Ait olduğun yerdesin." Bu bir rüya olmalıydı. Tüm bu yaşadıklarım akla uygun şeyler değildi. Yoksa delirmiş miydim?
"Neyin kafasını yaşıyorum ben? Ne dediğinin farkında mısın, seni aptal dövme. Diyar derken neyi kastettin? Ayrıca Yarımay'ın kızı da ne demek oluyor? Ait olduğum yer ne alaka? Bana bir açıklama yapmalısın, derhal!" Şaşkınlıktan başım dönüyordu, burada ciddi ciddi bir dövmenin ruhuyla tartışıyor olamazdım değil mi?
"Hangisini cevaplayayım istersin?"
"Hepsini." Sinirle ayağımın önündeki taşı tekmeledim.
"Üzgünüm ama bunu yapamam."
Sinirle tısladım. "Neden?"
"Tüm bunları senin zihin zincirlerini kırarak hatırlaman gerekiyor."
Derin bir nefes alarak saçlarımı dağıttım. "Zihin zincirleri derken?"
"Geçmiş hatıralarını sana unutturan zincirler. Onları kıramazsan hiçbir şeye ulaşamazsın."
"Neye ulaşmam gerekiyor?""Bunu sana söyleyemem." Kafayı yemek üzereydim. Her şey o kadar saçmaydı ki delirdiğime neredeyse emin olmuştum.
"Ne demek bunu bana söyleyemezsin?" Elimin üzerindeki dövmeye bakarken kaşlarımı çattım. İç içe geçmiş olan daireler dönmeye başlamıştı."Zihin zincirlerini nasıl kıracağım?"
Dairelerin dönme hızı artmaya başladığında onun sesini duydum. "Bunu kendin bulmalısın. Vakit dolmak üzere, artık gitmem gerekiyor. Yanlış yere düştün, Yarımay'ın kızı. Bu ormanda gece çökerse vahşi varlıklara yem olursun. Ölmek istemiyorsan güneş batmadan mor kamelyaları takip et ve bu ormandan kurtul!"
Daireler daha hızlı dönmeye başladığında onun sesinin usulca kulaklarımdan uzaklaştığını hissettim. Daireler hızlandı, hızlandı. Bileğimde hissettiğim sızıyla birlikte gözlerimi kıstığımda aniden daireler durdu. Şaşkınlıkla bakışlarımı bileğimden çektim ve karşıma diktim.
Mor kamelyaları takip etmemi söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLARDAN DÜŞEMEM
Teen FictionKaranlık odaya adım atar atmaz dikkatimi çeken ilk şey kan rengi gözlerinin parıltısı oldu. Yanıma yaklaşırken gözlerini kapatarak içine derin bir nefes çekti. "Daisy," birçok serzeniş anlamı taşıyan hırıltısını duyduğumda kalbime çöken vecaya engel...