Prens Wei Wuxian, sarayın arka bahçesinden gizlice kaçıp güneydeki ormana girmişti. Bu ormanda sülün avlamayı ve nehirde balık tutmayı oldukça severdi. Bu kez sülün için gelmişti ama saatlerdir dolaşmasına rağmen hiç sülün yoktu. Sonunda çalıların ardında bir kıpırtı olduğunda Wei Wuxian anında yayını gerdi. Hedefini gördüğü an indirmeye hazırdı ama çalıların içinden bir sülün yerine kar beyazı bir tavşan çıkınca kendi gerdiği yayın yönünü vaktinde değiştirmek zor oldu. Yaydan fırlayan ok hemen yakınlardaki bir ağacın dallarından birinin bir yanından girdi ve ucu diğer taraftan çıktı. O ok o küçük tavşana gelseydi onun ölümü kaçınılmaz olurdu. Wei Wuxian ihtimali düşünmek bile istemedi. Nedense ölüm ona çok korkunç geldi bir an.
Yayını bir kenara bırakıp dosdoğru tavşancığın yanına adımladı. Beyaz tavşana üç adım kaldığında da hâlâ bir sorun yoktu. Ancak bir adım sonra tavşancık bir adım geri kaçtı. Wei Wuxian'ın her adımında tavşancık da bir adım geri kaçıyordu. Wei Wuxian tavşana iki adımdan fazla yaklaşamıyordu. Sonunda Wei Wuxian'ın aklına bir fikir geldi. Tavşancığa doğrudan kendisinin yaklaşmasına gerek yoktu. Küçük bir rün çizdi ve beyaz tavşana doğru yolladı. Rünün ardından oluşan parlak, açık mavi bir tür ipek sicim tavşanı ön ayağından yakaladı. Aralarında iki adım vardı. Bu yüzden ipek sicimin mesafe sınırı da iki adımdan ibaretti.
Bir süre daha ileri geri oyun oynar gibi gidip geldiler. Sonundaki Wei Wuxian aniden sıçradığında tavşanın bunu beklemediği açıktı çünkü sonunda kaçamamıştı. Wei Wuxian tavşancığın kucağına aldığında beyaz olan çırpınmaya başladı. Wei Wuxian kendini " Aiyyaa! Sakin ol. Sana bir şey yapmayacağım. Sadece sevmek istiyorum." diye sitem etmekten alıkoyamadı. Tavşan ise bunu duyunca sanki anlamış gibi durulmaya başladı. Sonunda sakince Wei Wuxian'ın kendisini sevmesine ve incelemesine izin verdi.
Tavşancığın göze çarpan ilk özelliği güneş gibi parlak, altın sarısı gözleriydi. Normalde tavşanların gözleri her zaman kırmızı olduğundan bu oldukça sıradışı bir durumdu. Daha yakından bakıldığında tavşancığın alnında neredeyse mükemmel bir bulut gibi görünen bir iz vardı. Sanki orada o şekilde bir yara olmuş ve öylece sabit bir yara izi kalmış gibiydi. Bir milimetre bile bozulmadan. Sonrasında henüz tavşancık fark edemeden Wei Wuxian onun cinsiyetine bakmıştı. O erkekti. Ancak tavşancık kendisini tutan güler yüzlü adamın nereye baktığını fark ettiğinde hemen yüzünü ona döndü ve kıyafetinin bileğini ısırmaya başladı. Ve asla kişiliğine uymayan bir hırsla kumaştan bir parça kopartana kadar dişleyip çiğnemeye devam etti. Wei Wuxian kıyafetinin kopan parçasını gördüğünde içten bir kahkaha patlattı.
Daha sonra tavşancığı biraz daha incelerken boyun kürkünün içinde çok küçük bir kolye olduğunu fark etti. Gerçi bir kolyeden çok künyeye benziyordu. Wei Wuxian künyede iki karakter yazdığını fark etti. 'Lan Zhan' Acaba bu küçük tavşancığın adı bu muydu? Lan Zhan. Ne kadar güzel bir isimdi. "Hey! Senin adın bu mu? Lan Zhan? Sen Lan Zhan mısın?" Tavşancık Wei Wuxian'ı duyar duymaz önce dondu. Sonra aniden arka ayaklarından birini hızla yere vurmaya başladı. Bu, tavşanların heyecanını belli eden bir hareketti. Wei Wuxian tavşanlar hakkında pek çok şey bilirdi. Verdikleri tepkilerin anlamlarını çözmeyi kendine iş edinmişti. Tavşancık bu ismi duyunca heyecanlanmıştı. O halde doğru olmalıydı. Bu minik tavşanın adı Lan Zhan'dı.
"Hey Lan Zhan! Benimle yaşamak ister misin? Aslında 10'dan fazla tavşanım var ama seni burada bırakmayı hiç istemiyorum. Ve benimle yaşarsan seni diğer tavşanlarımla bırakacağımı sanmıyorum. Nedense onlarla rahat edebileceğini sanmıyorum. Sen benimle yaşamalısın." Wei Wuxian gülümseyerek konuştu. Sonra aklına gelen şeyle birlikte gülüşünü daha da büyüterek sordu." Lan Zhan, ben böyle konuşuyorum ama sen beni anlıyor musun ki? Söylediklerimi anlıyorsan sağ kulağını yatırır mısın?" Ve Lan Zhan'ın sağ kulağı yattı. Wei Wuxian neredeyse sevinçten çığlık atacaktı. Ama kendini tuttu." Lan Zhan, şöyle yapalım. Şimdi beni anladığına göre şunu belirleyelim. Sağ kulağını yatırmak 'evet' olsun. Sol kulağın ise 'hayır'. Arka ayağını yere vurduğunda heyecanlandığını biliyorum. Seni zaten düzenli olarak beslerim. Ancak fazladan acıkırsan bunun için beni dürtmelisin. Hmmmm, sağ kolumdan. Ve bir şey seni rahatsız ederse iki kulağını birden yatır. Dur biraz, tekrar sorayım. Benimle yaşamak ister misin?"
Lan Zhan önce kıpırdamadı. Sonra yavaşça sağ kulağını yatırdı. Ve Wei Wuxian bu kez gerçekten sevinçten çığlık attı. Lan Zhan anında iki kulağını birden indirdi. Bunu gören Wei Wuxian ağzını anında kapattı. "Tamam, özür dilerim. Anlaşılan yüksek ses seni rahatsız ediyor." Sağ kulak tekrar yattı. Wei Wuxian kendisini anlayan bir tavşanı olmasına nasıl tepki vereceğini bilemiyordu. Lan Zhan kucağında, ayağı kalkıp defalarca kez olduğu yerde zıpladı. Sonra da minik tavşancığını sıkıca tutarak saraya doğru koşmaya başladı.
Prens Wei Wuxian saraydaki odasına kadar koştuğunda Lan Zhan neredeyse kusmak üzereydi. Wei Wuxian onu yere bıraktığında önce başı döndü ve yana düştü. Sonra titreyerek geri kalktı. Wei Wuxian 'İyi misin? Seni çok mu salladım?" diye bağırınca önce hızla iki kulağını da yatırdı. Sorma sol kulağını kaldırdı. İyiydi. Sadece başı dönmüştü o kadar. Wei Wuxian bağırdığı için tekrar özür diledi ve Lan Zhan'a aç olup olmadığını sordu. Bu kez sol kulak yattı. Wei Wuxian " Tamam o zaman. Aç olmadığına göre sen burada kal. İstediğin gibi dolaş, ne istersen yap. Benim duşa girmem gerek. Akşam seni de yıkanacağım." dedi ve ardı ardına defalarca sol kulağını yatıran Lan Zhan'la onun defalarca yatan sol kulağını görmezden gelerek banyoya doğru yürüdü. Lan Zhan ise yanılmadığını umarak ve biraz da korku içinde akşamı beklemeye başladı. Şayet yanılıyorsa kapana kısılmış demekti.