Beklediğim Cuma günü gelmişti. Bayan Kang'in attığı konumu görünce evi bulmakta zorlanacağımdan emindim, bu yüzden iki saat erken çıkmıştım. Kaldığım yurttan metroyla geldiğim yol yaklaşık 45 dakika sürmüştü, geri kalanını da yürümek zorundaydım. Yürüyüş sandığımdan da uzundu, ormanlık alanda ne kadar yürüdüğümü hesaplayamadım. Bir an navigasyon tarafından kandırılıp kaybolduğumu bile düşündüm. Ev oldukça tenha bir yerdeydi, iddiasına girerim en yakın komşuları en az bir kilometre uzaktaydı.
Eve ulaşınca ıslık çalma isteğimi durduramadım, Bayan Kang'in zengin olduğu konusunda belli ki haklı çıkmıştım. Bir malikanenin modern versiyonu gibiydi ev. Griydi ve camlarla çevriliydi, kasvetli bir ihtişamı vardı. Buranın camlarını silen kişiye acıdım. Çiçeksiz böceksiz bir bahçesi vardı, bahçe için birini görevlendirmemişlerdi belki de. Evin demir tokmağını çaldım, ve kapıyı evin hizmetlisi olduğunu tahmin ettiğim mülayim yüzlü bir kadın açtı.
"Hah! Sen şu geometri öğretmeni olmalısın!"
Eğilerek selam verdim. "Evet, efendim. Bayan Kang ile görüşmek için gelmiştim."
"Şu an odasında, geldiğini haber veririm."
Salona giriş yaptığımızda köşede gördüğüm ilk berjere oturdum. Evin içi de tıpkı dışı gibi gri ve siyahlarla döşenmişti. Her ne kadar şatafatlı olsa da burada yaşamak biraz boğucu olabilir diye düşündüm.
"Su ister misin?"
"Ah, ben alırım, siz zahmet etmeyin." Oturduğum yerden kalkarak henüz adını öğrenemediğim hizmetlinin işaret ettiği yere yöneldim, ve evin her bucağına yaptığım gibi burayı da incelemeye başladım: laminant parke, granit tezgah, füme dolaplar, ve bir insan vücudu.
"Sen de kimsin?"
Güzel kahverengi gözler. Ona baktığımda aklımdan geçen ilk şey buydu.
Elinde tezgâha koymuş olduğu bir bardak suyla dimdik ayakta duruyor, keskin hatlarla çevrelenmiş yüzünde düz ama bir o kadar da memnuniyetsiz bir ifadeyle beni inceliyordu. Düz siyah saçları alnına düşüyor, üstündeki giysiler onu pahalı bir markanın reklam tabelası gibi gösteriyordu. (Ama bu kitapta ürün yerleştirme yoktur.)
Önyargılı olmamaya çalışıyordum, ama ailesi tarafından aşırı pohpohlanmış züppe bir çocuktan daha fazlasına benzemiyordu şu Taehyun. Annesinin söz ettiği gibi 'inanılmaz zeki' olduğundan da şüpheliydim.
Tam ağzımı açıp cevap vermek üzereyken tekrar konuştu. "Eğer bir şeyler çalmaya geldiysen benden başlayabilirsin."
Bunu duymazdan geldim. "Adım Choi Beomgyu. Sana geometri dersleri vermek için geldim."
Tokalaşmak için elimi uzattım. Bakışları gergince uzanmış olan elime inip gözlerime geri çıktı, ve başka hiçbir şey yapmadı. "Kang Taehyun."
"Tanıştığımıza memnun oldum."
Züppe oğlanın kaşları çatıldı, yüzü daha da buruştu."Bu nerenin ağzı?"
"Satoori. Daegu'dan geliyorum."
İşaret parmağını beklememi istercesine kaldırdı. "Bir saniye." O, mutfağı seri adımlarla terkederken arkasından bakakaldım. Bu iş sandığımdan daha zor olacaktı.
"Anne! Senden bir kız tutmanı istemiştim, bu köy peynirini değil."
Şu anda ilk defa görüyor olduğum Bayan Kang oğlunun karşısında resmen titriyordu. "Taehyunnie, kadın bir öğretmen tutup da dikkatinin dağılmasını istemedim oğlum, bilirsin ya. Öyle olursa odaklanamazsın diye-" Bayan Kang konuştukça batıyordu. Taehyun daha fazla batmasına izin vermemek için elini salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Sea of Confusion | Taegyu
FanfictionChoi Beomgyu özel ders vererek harçlığını çıkartmak isteyen sıradan bir üniversite öğrencisidir. Bir siteye özgeçmişini bırakır, ve çok geçmeden bir telefon gelir. Arayan kişi geometri dersleri için Beomgyu'nun hayalini bile kurmadığı kadar çok para...