Diğer Cuma günü normalden daha hızlı geldi, ve ben bundan şikayetçi değildim. İçimde iyi bir his vardı bugün, ki bu benim için sık rastlanan bir durum değil.
Odasına girdiğimde yine aynı yerinde oturuyordu, sanki gittiğimden beri oradan hiç ayrılmamış gibi. Yanındaki yerini aldığımda elinde tuttuğu şeye bir göz attım: Dorian Gray'in Portresi. Bu kitabı tanıştığımız gün de elinde görmüştüm, şimdiyse bitirmek üzereydi. Kitabın adını net bir şekilde görebiliyor olmama rağmen sordum, onunla tıpkı geçen haftaki gibi sohbet edebilmeyi umuyordum.
"Ne okuyorsun?"
Söylemek yerine kitabın kapağını bana doğru çevirdi.
"Nasıl gidiyor? İyi bir kitap mı?"
"Hm-hm."
"Ben de okumak istiyordum aslında o kitabı, tavsiye eder misin?"
Hiçbir şey söylemeden ayracı çıkarttı, ve kaldığı sayfanın diğer sayfaların arasına karışmasına izin verdi. Bense maskelediğim bir hayretle onu izliyordum.
"Bunu yapmana gerek yoktu."
"Fena mı işte, beraber yeniden başlarız."
Uzun zamandır zevk için bir kitap almamıştım elime, üniversiteye başladığımdan beri yaptığım okumaların çoğu akademik amaçlıydı. Kim bilir, tekrardan kurgusal romanlar okumak bir süredir kaçmış olan keyfimi geri getirebilirdi.
"Pekâlâ."
Kitabı hafifçe bana doğru çevirdi, ve sessizce okumaya başladık. Nasıl beceriyordu bilmiyorum ama kitabı tek eliyle açık tutabiliyordu, hafifçe titreyen parmakları sayfaları narince ayırıyordu.
Sağdaki sayfanın ortasındayken kafasını çevirip yüzüme bakmaya başladı. İlk başta sayfayı bitirmeye odaklandım sadece, ama o gözlerini çekmeden bana bakarken bunu yapmak güçtü. Ben de ona baktım. Lanet olsun ki kahverengi gözleri çok güzeldi, yanlış kişiye bahşedilmişti yalnızca.
"Ne? Ne bakıyorsun?"
"Bitirdin mi?"
"Ha... Evet."
Sayfayı çevirdi ve okumaya devam ettik. Benden daha hızlı okuyordu, ikişerli sayfaları ben henüz bitirmemişken kafasını bana döndürmesinden anlamıştım bunu. Hırs yaptım, gittikçe daha da hızlandım. Onu geçebilmek, kafasını ilk çeviren kişi olmak adına yalapşap okuyarak geçiyordum cümleleri. Saniyeler dakikaları kovaladı, ve nasıl olduğunu anlayamadığım bir hızla 7. bölümün sonuna geldik.
"Ressamla Dorian arasında şüpheli bir şeyler var bence. Sen ne dersin?"
Pekâlâ, belki de bu sorular gelmiş olan kişiye "Geldin mi?" diye sormak kadar saçmaydı. Bu kısımları zaten okumuş olduğundan ve ileride nelerin yaşandığını hatırladığına emindim. Ama ne yapayım, benim de sohbet kurma şeklim buydu işte.
"Yani, iki bölüm sonra Dorian Basil'i öpüyor."
Ben engel olamadan ağzımdan bir şaşkınlık nidası kaçtı. "Ya neden söyledin ki?! Bütün sürprizi kaçtı şimdi!"
Omuzlarını silkmekle yetindi. "Sen sordun, ben de söyledim."
"Sen ne düşünüyorsun bu konuda?"
"Hangi konuda?"
Kelimelerimde tökezlediğim zaman başını hızla iki yana salladı. Neyi sorduğumu biliyordu, bunun farkındaydım, zorlandığımı görmek hoşuna gidiyordu adeta.
"İşte... Kitapta eşcinsellik olması... Sana ne düşündürüyor?"
Bakışlarını elindeki kitaba geri çevirdi. "Birisi zartseksüelmiş zortseksüelmiş umrumda değil. Ben kendi yoluma bakarım."
"İçindeki insan sevgisi gözlerimi yaşarttı doğrusu."
"Pek hümanist birisi sayılmam."
"Sen de bir insansın ama?"
"Kendimi sevdiğimi kim söylemiş?"
Ben tam itiraz etmek üzereyken kapı tıklandı, ve biz aceleyle okumakta olduğumuz kitabı ortadan kaldırıp bir test kitabı açtık. Gelen Bayan Choi'ydi, bize iyi çalışmalar diledi, üstelik yanında bir meyve tabağı da getirmişti. Taehyun tabağa göz ucuyla bir baktı.
"Ben muz sevmiyorum."
Ofladım içten içe. Ne bekliyordum ki? Bu çocuk haftalar öncesinde tanıdığımla aynıydı, hiçbir farkı yoktu. Kitap okuyor olması nankör kişiliğini değiştirememişti anlaşılan.
"Sen elma ye o zaman." dedim dişlerimin arasından. Bayan Choi kapı kolunu kavrayıp odadan çıkmak üzereyken ona meyveler için teşekkür ettim. Aynı zamanda yüz ifadesini de inceledim; ne ilginçtir ki bana hiç de üzgün gibi gelmemişti, alışkın olmalıydı yaptıklarının hor görülmesine.
Kapı sessizce kapandıktan sonra kollarımı kavuşturup Taehyun'a döndüm.
"Bazı şeyleri söyleyebiliyor olman, söylemen gerektiği anlamına gelmez. Kendine saklayabilirsin, minimum sosyal zekâ gerektiren bir davranıştır bu."
Önce duyduklarını sindirmesini bekledim, belki de onun vurdumduymazlığı için çok fazlaydı söylediklerim. Bir miktar zaman geçince cevap vermeyeceğini düşündüm. Ancak o yüzünü bana döndü, ne zaman bana baksa sanki tehlikeli bir alana ayak basmış gibi hissediyordum. Orada olmamalıydım, ama gizemi beni cezbediyordu. Beni şaşırtan bir soruyla karşılık verdi.
"Benjamin, ben kötü bir insan mıyım?"
İşte böyle anlarda, beyaz bir yalan mı yoksa gerçeği mi söyleyeceğime karar veremezdim. Ve kararsız kaldığım zaman da susarım, sesimi çıkarmam. Ancak gözleri bana öyle bir yoğunlukla bakıyordu ki benden bir cevap beklediğini biliyordum. Ve düşündüm ki; belki de Taehyun gerçeği bilmeyi hak ediyordur, belki de kendi ilacının tadına bakmaya ihtiyacı vardır.
"Bana kalırsa öylesin."
"Peki."
Cevabım onu herhangi bir yönden etkilemiş miydi kestiremiyordum. Ama duygularını saklamak isteyen insanlar kısa kısa cevaplar verir, bu da bana göre iyi bir anlama geliyordu.
"Öylesin ama, değişeceğine dair bir ışık görebiliyorum Taehyun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Sea of Confusion | Taegyu
FanfictionChoi Beomgyu özel ders vererek harçlığını çıkartmak isteyen sıradan bir üniversite öğrencisidir. Bir siteye özgeçmişini bırakır, ve çok geçmeden bir telefon gelir. Arayan kişi geometri dersleri için Beomgyu'nun hayalini bile kurmadığı kadar çok para...