"Ne zaman öğreneceksiniz bilmiyorum ki
Evlerin yalnız eşyalardan yapılmadığını."
(Şükrü Erbaş)
•••
Yaş sekiz.
Elimde tuttuğum saydam poşet her adımımda çıplak bacaklarıma çarpıyor ve rengarenk morlukların üstüne değiyordu. Ama artık acımıyorlardı. O zamanlar bedenimin bozulduğunu düşünürdüm çünkü hiçbir acıya tepki vermiyordu ve eskiden beni acıdan kıvrandıran yaralar sanki bedenime işlemiyordu. Sonradan anneme sevinçle, "Bak anne büyüdüm, artık canım acımıyor." demiştim. Annem ise gülerek, "Canın acımıyor çünkü yaraların iyileşti." demişti. Sekiz yaşındaki ben ise yaraların yalnızca büyüyünce iyileştiğini sanıyordum ve bu fikri herkese ölesiye savunuyordum.
Annemin canı acıdığı için ağladığını fark edene kadar savunuyordum en azından.
Annemi ise o halde gördükten sonra bunun büyümekle bir alakasının olmadığını, bazı yaraların iyileşince iz bıraktığını ve bu izlerinde canımızı acıtmadığını öğrenmiştim.
Yaralar iyileşir, iz bırakırdı ama sürekli bedeninde olup, kendisini tekrar tekrar hatırlatırdı. "Bak ben buradayım ve hiçbir şey geçmedi çünkü ben buradayım, ölene kadarda bu değişmeyecek." derdi, "Bak bacaklarındaki izlere. Bunları sana baban yaptı. Belki de bu dünyada en çok güvenmen gereken insan yaptı ve güvenini yerle bir etti. Söylesene Kamer, güvenebilecek misin bir daha birine?"
Annem her zaman, "Bir insanın seni öldürmesi için silaha ihtiyacı yok, güven de bazen en tehlikeli silah haline gelebiliyor." derdi.
Annem haklıydı. Babam beni öldürmemişti ama güvenimi yerle bir etmişti. Şimdi ise elimde yalnızca parçalar kalmıştı ve ben bu parçalarla ne yapmam gerektiğini kesinlikle bilmiyordum.
Son tabağı suyun altından geçirdim ve kuruması için bulaşıklığa dizdim. Bugün kaç tane tabak, bardak yıkadığımı saymamıştım ancak haddi hesabı yoktu, bunu biliyordum. Hatta öyle ki normalde kolay kolay ağrımayan belime sanki iğneler saplanıyor gibiydi. Olduğum yerde doğrulmaya çalıştım zira biraz daha bu şekilde durmaya devam edersem kamburum çıkacaktı, biliyordum. Elimdeki sarı, bulaşık eldivenlerini çıkarıp musluğun üstüne bıraktım. Alnımın üstünde biriken kızıl saçlarımı elimin tersiyle arkaya doğru itekledim. Dolabın üst rafında duran telefonumu aldım ve saate bakmak için telefonu açtım.
23.18
Bir günü daha bitirmeyi başarmıştım. Mutfak tezgahında olan artmış yemekleri bir poşete koydum ve üstümdeki önlüğü çıkarıp kapının yanında duran askılığa astım. Askılıkta asılı duran çantamı da alıp mutfaktan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHA RUH
General FictionVe bazı sözler verilmişti. Bu sözlere körü körüne inanılmıştı. İşin içinde güven vardı bir kere. Güven, her şeyin başlangıcı ve bitişiydi. Başlangıç tarihi: 28.01.2023