The loneliest

2.8K 354 594
                                    

Oy verip yorum yaparsan sevinirim, iyi okumalar <3

Yalnızlık...
Herkese göre anlamı değişen bu kavram, en iyi şekilde nasıl ifade edilir?

Kimilerine göre, çevreden soyutlanmadır. Kişinin kendi isteği üzerine veya baskıyla olabilir. Soyutlanma, her an her yerdedir. 'Arkadaş' kavramı yakın ancak bir o kadar da uzaktır. Aitlik duygusu yabancı bir duygudur. Kişi kırık kalbinin derinliklerinde iğne ucu kadar ince bir sızı hisseder. Bu ince sızı tüm hayatı boyunca rahatsızlık verecektir.

Kimilerine göre ise hiçbir şey ifade etmez bu kavram. Kişi, yalnız olduğunu kabul etmek istemez ancak derinlerde bir yerde farkındadır böyle olduğunun. Duyguları körelmiştir çünkü ilk başta kendine karşı dürüst değildir. Koskoca bir boşluk içinde kaybolmuş gibidir. Onu oradan çekip çıkaracak hiç kimse yoktur ona göre. Bu yalnızlığı dindirecek tek bir kimse...

15 Kasım 1968, Seul.

Geniş ancak eski salonda, kullanılmadığı üzerinde ince bir tabaka oluşturmuş rahatsız edici tozlardan belli olan şöminenin yanındaki kahverengi saatin sarkacından çıkan ritimli tik tak sesi, Lee Minho'nun kulaklarında çınlayan tiz çığlık seslerine karışıyordu.

Genç adam, kahverengi koltuğunun üzerinde bacaklarını yayarak oturmuş; koyu kahverengi, gözlerini kapatacak kadar uzamış saçlarının ev sahipliği yaptığı başını arkaya yaslamıştı. Gözleri kapalıydı. Elindeki siyah çakmağın kapağını saatin tik taklarını takip edecek şekilde açıp kapatıyordu.

Kahverengi büyük saatin sarkacı gece yarısını gösterdiğini haber verircesine gürültüyle çalmaya başladığı an, Lee Minho gözlerini açmış, çakmağını durdurmuştu. Görüş açısına giren krem rengi tavan onun zihninde kırmızıyla boyanırken kafasını düzeltti ve elindeki çakmağın pozisyonuna baktı.

Kapağı kapalıydı. "Tüh." dedi. Buz gibi sesi salonun soğuk havasında hiç eğreti durmamıştı. Halbuki yanarak can veren bedenleri izlemeyi daha çok severdi. Onların çığlıkları zirvede olurdu çünkü. Acı yavaş yavaş dağılırdı vücutlarına, bu da Minho'ya daha çok zevk verirdi.

Oynadığı küçük oyununun sonucunda kapalı olan kapak onu bıçaklarına yönlendirirken dolgun dudaklarının arasından ufak bir melodi sızıyordu. Evinin içi soğuk olduğu gibi karanlıktı da. Çok geçmeden yüzünü kapattığı siyah maske, saçlarını gizlediği siyah şapka yer edinirken başında; bedenini sessiz sokağa attı.

Tek tük geçen arabalar ve insanların sesi tanıdık manzarayı gözleri önüne sererken heyecanlandığını hissetti Minho. Birazdan olacakları düşünmek bile, duygudan yoksun o kalbini harekete geçiren tek şeydi.

Siyah botlarının altında ezilen kuru yaprak sesleri gitgide arttı. Ağaçların kapladığı ormanlık alan gözleri önüne serildiğinde maskesinin ardından gülümsedi Minho. Çok geçmeden nehrin güzel manzarası gözleri önündeydi. Onun asıl evi burasıydı.

Köprüye doğru yürüdü ve en tepeye çıktı. Yanından geçen arabalara aldırmadan dirseklerini korkuluklara yaslayarak aşağıda bir çarşaf gibi süzülen berrak suyu izledi. Koyu kahverengi göz bebeklerinde suyun yansıması kırmızıydı. Tıpkı burada kaybolan yüzlerce bedenin bir zamanlar taze ve sıcak olan kanları gibi.

Soğuk bakışları nehrin üzerinden, yaslandığı yere kaymıştı Minho'nun. Gri renkli demirin üzerinde yalnızca dikkatli bakıldığında görülebilen soluk, beyaz harflere baktı. Yazan yazı dudaklarından alaylı bir gülüş çıkmasına sebep olurken bu gülüş, siyah maskesinin ardında kaybolmuştu.

'Han'River // Minsung |oneshotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin