Annesiyle bağlantılı olmayan piçlik babasıyla alakalıymış meğer dedikten sonra Jungkook'un peşinden merdivenlerden başımı kaşıya kaşıya indim. Matematik dersi henüz başlamıştı. Sözel derslerde uyukluyor, sanki okulda en erkek kim yarışı dönmüyormuş gibi spor derslerinde de binbir türlü yalan bahaneyi sıralayarak aktivitelerden kaçmaya çalışıyordum. Fakat sayısalım kuvvetliydi. Buna rağmen o gün, Bay Choi'nin ağzından çıkan tüm rakamlar suratıma çarpıp gidiyordu.
Sandalyemde yan bir şekilde oturmuş arka tarafımda oturan Jungkook'a göz ucuyla bakmaya çalışıyordum. Kağıda bir şeyler karaladığını fark ettim fakat bunlar hiç de dersle alakalı değil gibiydi.
Odaklanamama sorunum evrene, bana yeterli eziyeti yapmadığı sinyali veriyormuş gibi bir de hocamızın uyarısına maruz kaldım. Disiplinli bir adamdı ve dersler genelde onun tahtaya yazdığı soruları defterimizde çözdürmesi, gün sonunda da o defterleri kontrol etmesiyle geçiyordu.
"Taehyung! Düzgün otur. Yoksa kopya mı çekiyorsun?"
Kahrolası çakal gözler ve hortlak sesli muşmula surat, dedim içimden. Arka sıramda oturan Jungkook dâhil herkesin bakışlarını ve dikkatini yakalamıştım. Yarısı sanki derste uyuklamıyormuş gibi cin kesilmişti. Herkese dönüp sekiz numaralı ne var ulan bakışımı attıktan sonra başımı eğip tam olarak önüme dönmüştüm.
O kaçın kurası, kendini bilmez haylazın da durumu fark ettiğini bildiğimden geri kalan derste burnumdan soluyarak oturmuştum. Herkesin ne yaptığımı fark ettiği düşüncesiyle Jungkook'tan sonra bu lakabın bana sıçrayacağından ve dışlanacağım fikrindem korkan tarafım rahat bırakmamıştı. Şimdilerde yaptığım bu saçmalık her aklıma geldiğinde yüzümü ekşitiyordum.
Nihayet dakikalar birbirini kovalamış, son dersimiz de bitmişti. Toparlanırken bizimkiler benim sıramın başında toplanmış, Bay Jeon ile ne konuştuğumu soruyordu. Jeon'unsa bi kulağının bende olduğunu bilmeme rağmen yine yaptım o adiliği.
Tereddüt içeren bakışlarımı gizlemeye çalıştım ve yutkundum. "N-ne olacak..." dedim. Jungkook'la bakışlarımız kesişti.
"Oğlu beni rahatsız ediyor muymuş bilmem neymiş bunu sordu. Ben de 'hoca yapıştırmış cevabı' misali çocuğunun tedavi olması gerektiğini söyledim o kadar." dediğimde arkadaş grubum kahkaha atıp omzumu sıvazladı. Jungkook'un bakışlarını üstümde hissediyordum, huzursuz olmuştum. Bizimkilerse bi ona bir bana bakıp ıslık çalıyor, kendilerince eğleniyorlardı.
İşte tam o anda, şimdilerde boğazımı düğümleyen o ağaç, o gün bir fidan olup içime konmuştu. Adı da pişmanlıktı. O gülüşlere tebessümle ve bir gülümsemeyle karşılık verip geçiştirmeye çalışıyor, neden olduğunu anlamaz bir hâlde kaçıp gitmek istiyordum. Şükürler olsun Tanrı bu sefer çağrımı duymuştu ki, sınıfın güzel kızlarından Mi Cha yanıma geldi.
"Taehyung, seninle biraz konuşabilir miyiz?"
Çocuklar yine tüm ataerkillikleriyle omzumu patpatladı. Çantamın fermuarını kapatıp "Tabii," dedim ve Yoongi'yle yumruk çakıştırarak can havliyle sınıftan ayrıldım. İnsan sayısının azaldığı karanlık koridorda durduk. Mi Cha siyah saçları, parlak gözleri ve güzel cildiyle karşımda kollarının arasındaki kitaplarla bana tüm güzelliğiyle gülümsüyordu. Bense sanki tüm hormonlarını aldırmış yaşlı bir dede gibi karşısında sıfır heyecan, sıfır gerginlik hop sana etti bu ne tepkisizlik ifadesini gizlemeye çalışırcasına dikiliyordum.
"Yarınki fizik sınavına beni çalıştırır mısın Tae? Az çok biliyorsunki bu derste pek iyi olduğum söylenemez." Elbette biliyordum. Mi Cha ile ilkokuldan beri aynı okullara denk düşüyorduk. Her zaman çok zeki ve olgun bir kız olduğunu düşünmüştüm. Buna rağmen "bir kız ve bir erkek sadece arkadaş olamaz mı"nın baş savunucusuymuşum gibi kararsızca ensemi kaşıdım.