Sirius
Sirius, ne zamandır en yakını arkadaşını sadece en yakın arkadaşı olarak görmediğini bilmiyordu.
Bir önceki gece annesiyle yine ağır bir kavga etmiş, işler sarpa sarmaya başladığında kapıyı çekip – her zaman olduğu gibi – çıkmıştı. Potter'lar her zamanki gibi ona kucaklarını açmışlar, James odasında Sirius için her zamanki yatağını hazırlamış ve onu güldürmek için en sevdiği filmi – Mamma Mia, elbette – açmıştı. Havalar ısınmaya başlıyordu, muhtemelen hafta içinde tekrar ve tekrar onları donduracaktı ama Potter hanesi her zaman sıcaktı ve James elbette hayatının çoğunda olduğu gibi üstünde hiçbir şey olmadan uyumayı seçmişti. Bu zamanlar, genç adam için en zorlarıydı çünkü artık gözlerini dostunun yapılı bedeninden çekmek çok daha zorlaşmıştı. James, rugby oynamaya başladığından beri – yani yaklaşık on bir senedir – gittikçe vücudunu toparlamıştı ve şimdi belinin kıvrımı ve karın kasları çok daha ortaya çıkıyor, haliyle antrenmanları izlemeye gelenlere de bir hayli hoş bir manzara sunuyordu. Ah, Sirius bundan nasıl da nefret ederdi. Antrenmanı (!) izlemeye gelmiş kızların göz bebeğiydi James Potter, nazikliği ve güler yüzlülüğü ise bu durumu daha da arttırır, kızların içine hoşluk sunardı. Yine de Sirius biliyordu, James sadece öğretildiği gibi davranıyordu. Ancak onlara bunu anlatamazdı, tek yapabildiği tribünden en yakın arkadaşına tezahürat yapmak ve bir gün bu bitmek bilmez kız işkencesinin bitmesi için dua etmekti.
Ancak, geriye dönecek olursa, yatıya kalmalar artık en kötüleriydi. James'in bedeni onunkinden birkaç santim ötedeydi, önceden yüzüne bakmak için dönerdi ancak bunu yapmıyordu artık, kendisini tutmak gittikçe zorlaşmıştı zira. James uyurken dudakları aralanır, yanakları kızarır ve kirpikleri hareket ederdi. İzlemeye doyulmaz bir zevk olsa da Sirius her zaman onu öpme ihtimalinin artmasıyla arkasını dönmek ve genç adamın vücudundan yayılan sıcaklık ve kokuyla uykuya dalmaya çalışırdı. Tam da o an yaptığı gibi.
Başucundaki saat sekizi gösteriyordu, Sirius ailesinin evinde her zaman kurallara uymasa da erken uyanmamak gibi bir şeyin söz konusu olmadığını bilecek kadar o evde yaşamıştı. Zorlukla yer, çoğunlukla kardeşiyle göz kontağı kurmamaya çalışır, ailesinin sorularını bilinçli olarak cevapsız bırakırdı. Ancak bu saatte, Potter'larda uyanmak ve sessizce odadan çıkmak mümkün değildi. James o her erken uyandığında kabuslarının tekrarladığını düşünerek onu sakinleştirmeye çalışır, Sirius'un kalbini eritirdi. Sirius Orion Black, kalbinin eridiğini itiraf ediyordu. Tanrım, diye düşündü. Bu gerçekten utanç verici. Neyse ki hiç kimse düşüncelerini göremiyor veya duyamıyordu, bu da hayatın ona kıyak geçtiği nadir şeylerden birisiydi.
Dakikalar geçmek bilmeyip saat dokuzu gösterdiğinde yüzü kendisine dönük arkadaşına bakmak için kendisine bir saniyelik izin verdi. James tam da düşündüğü gibiydi, hatta bu defa dudaklarında ufak bir tebessüm bile yer edinmişti. Sirius kendisinin de gülümsediğini hissetti ve kendisini yataktan sessizlikle attı, neyse ki yataktaki genç adam uyanmamıştı. Yüzüne düşen uzun, düz saçlarının bir kısmını bileğindeki tokayla topladı ve sessizce esnedi, etraf bir önceki geceden fazlasıyla dağılmıştı – beraber şarkılar söyleyerek izledikleri filmle ufak konserler vermişlerdi, her zamanki gibi – ve Sirius şimdi yerdeki hiçbir şeye basmamaya çalışıyordu ancak nafileydi. Bir yandan James'e ait olan kareli pijama altını kalçalarında tutmaya çalışıyordu, kendisininkilerin yıkanıyor olduğunu duyunca kendisine katbekat bol gelen şeyi giymeye çalışmıştı ve iç çamaşırının görünmemesi için bütün gece savaş vermişti. Gerçi, James onun iç çamaşırını görüp ne yapacaktı ki? Onlar sadece dostlardı.
James
Sirius onun uyuduğunu düşünüyordu.
Aslında James saatlerdir uyanıktı, pek derin uyku uyuyamadığını bildiği Sirius'un uykuda kendisine dönmüş yüzünü izlemiş, ona dokunmanın nasıl bir his oluşturacağını hayal etmeye çalışmıştı. O yaklaşık yarım saat önce sırtını tekrar James'e döndüğünde ise genç adam rüyadan uyanır gibi olmuştu. Birbirlerine hiç dokunmamış değillerdi elbette, çocukluklarından beri sürekli birbirlerini ittirip şakalaşırlardı ama James'in istediği bu değildi. Sirius'un yüzündeki yıldız gibi dizilmiş ufak birkaç bene dokunmak, parmaklarıyla çizgilerini çekerek bir takımyıldızı oluşturmak ve yumuşacık olduğuna emin olduğu saçlarına dokunmak istiyordu o.
Gözlerini hafifçe araladı ve bulanık görüşünün ardından – lanet gözlükler – beyaz kalçalarını sarmalayamayan pijamasıyla dikilen Sirius'u izledi. Çok kilo vermişti, bunu uzun saçlı çocuğun kendisi de biliyordu ve bu James'i daha da üzüyordu. Yine de, on bir yıldır en yakın arkadaşı olan bu çocuk gözüne her zaman, her şekilde güzel geliyordu. Nasıl gelmesindi? O sırada Sirius eğildi ve kalçaları daha da göz önüne çıktı, James gözlerini gerisingeri kapatırken vücudunun karıncalandığını hissedebiliyordu. Lanet olsun. Sirius bu kadar etkileyici olmak zorunda mıydı? Bir gün onu öldürecekti bu çocuk.
Daha fazla dayanamayarak yeni uyanmışçasına gözlerini ovaladı ve yatakta oturarak sırtını yatak başlığına yasladı, bu sırada seslerle Sirius da ona dönmüştü. "Günaydın dostum," dedi yerden aldığı pizza kutusunu çöpe atarken. "Günaydın Siri," dedi James ve vücudunun kasılmasını engellemek için yastığı kalçalarının üzerinde bastırdı, sabahın bu saatlerinde uykulu Sirius'la konuşmak yapmaktan en çok hoşlandığı şeylerden birisiydi. Daha da şapşallaşıyor, gözlerini arada kırpıştırıyor ve daha çok gülüyor, huysuzlaşıyordu. Duygularına saflıkla izin veriyordu. James yapabilseydi onun bu halini öpmek isterdi. "Etrafı lanet şekilde dağıtmışız," dedi Sirius homurdanarak, bastığı her yerde ayağına yapışan şeylerden rahatsızdı belli ki. "Kahvaltıdan sonra temizleriz," dedi James. "Neden bu kadar erken kalktın?" Uyuyamadım. "Uyuyamadım." Elbette. James, onu kendisini tanıdığından daha iyi tanıyordu. Ve bunun anlamının da "Ailemin baskıladığı hayat mottosundan kurtulamıyorum," olduğunu biliyordu. James yapabilseydi çocuğu olduğu o çukurdan bir an düşünmeden çıkarırdı ama yapamıyordu işte. Ama bir gün yapacaktı ve o zamana az kalmıştı.
Çocuğun üzerine gitmek istemiyordu, o yüzden yastığı ve yorganı üzerinden atıp kalkarken "Anladım," dedi ve yanından geçerken eğilerek saçlarını karıştırdı. Sirius'un küfrettiğini duyabiliyordu, sırıtarak gözlüklerini bir gece önce fırlattığı masadan aldı ve gözlerine yerleştirdi. İşte şimdi her şey netti, özellikle güzel, beyaz yüzü ve iri gri gözleriyle Sirius Black. Orada durup liseli bir ergen gibi içini çekecekti neredeyse, geldiği nokta buydu. Kendi düşüncesine sırıtırken üzerini değiştirmeye başladı, Sirius'un onun ne giydiğini bildiğini bile düşünmüyordu, neden umursasındı ki? James aptal değildi, iyi göründüğünü bilecek kadar çalışmıştı ancak Sirius'un ona o şekilde bakması için hiçbir sebep yoktu. Yine de, onun gey olduğunu biliyordu ve tüm olanlara rağmen içindeki bir umut kırıntısı buna tutunuyor, onunla konuşması için adeta boğazına sarılıyordu. Bazen gri gözleri elalarında hissederdi, bu onun içini kıpır kıpır ederken Sirius'un bakışlarını da sorgulamadan edemezdi. Şakalaşırken duraksadıkları bir anda fazla yakınlaştıklarında, ragbi oynarken Sirius'un bedenine baktığını hissettiğinde, beraber film izlerken mıknatısla çekiliyormuş gibi birbirine çekilen ellerinde. Ancak James yanıldığını düşünmeden edemiyordu, zira aklına en yakın arkadaşının ondan hoşlanması için bir sebep getiremiyordu. Bu tamamen büyük bir şans ve delilik olurdu. Aynı zamanda Sirius'un gey olması ondan hoşlandığını gösteriyor değildi ya.
Yanlış düşünüyordu.
Herkese uzun bir aradan sonra merhaba! Ben pati ve saat şu an dört sularındayken aylaktan gizli olarak bu hikayeyi ve bölümü paylaşıyorum. İzlediğim birkaç edit sonucu aylaktan ağlayarak istediğim hayali sahneler sonucu gelen bu hikayeye sizin de eşlik etmenizi ve bu platformda daha önce yer almamış bir shipi okumanızı istedim. Güzel yorumlarınız aylağa, linçler bana 🤺
Sevgiyle kalın! <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh, "Dear diary", I met a boy || #PRONGSFOOT
FanfictionOh, "Dear diary", I met a boy He made my doll heart light up with joy PRONGSFOOT. AU.