10

80 10 72
                                    

"çoook sıkıldım ben."

san bu dediğini doğrulayacak bir şekilde esnerken yeosang kol saatine baktı. neredeyse bir saat dolmak üzereydi. "öyleyse mola verelim."

"harika! ben gidip bize bir şeyler alayım."

yeosang hemen atıldı. "bana almana hiç..."

"merak etme, o iş bende. hemen gidip geliyorum."

san sınıftan fırladığında yeosang iç çekti. her ne kadar senelerdir bu işi zoraki yapsa da san ile birlikte pratik yapmak çok iyi gelmişti. onun capcanlı hevesli halleri ölmüş parçasını uyandıracak kadar ışıltılıydı. şu bir saati hiçbir şeye değişmezdi, hiçbir şeye...

san sınıftan çıktıktan birkaç saniye sonra sınıfa yeni yüzler girdi. iki kız ve iki erkek çantalarını ön sıraya adeta fırlatırken sınıfın havası da değişmişti sanki. yeosang grubu tanımıyordu ancak hepsi çatılmış kaşlarını ona dikmişken huzursuz olmadan edemedi.

"choi san ile ilişkin ne?"

sonunda bir çocuk bakışlarıyla yere sermeye çalışmaktan vazgeçip konuştuğunda yeosang gülmek istedi. böyle bir durumu defalarca düşünmüştü. aptal bir romantik romanda değillerdi ama choi san gibi bir insanla takılıyorsanız bu ihtimali çok da imkansız görmemeliydiniz. onu rakip olarak gören kıskanç insanlar klişesi gerçekleşebilirdi, büyük ihtimalle yaşıtı song mingi de onun yaşadıklarını yaşamıştı.

"arkadaşız." dedi yalnızca. en güvenli cevabın bu olduğunu düşünüyordu.

çocuk güldü alayla. "daha fazlası olamazsın zaten. sadece çok havalanma diye söylüyorum bunu. sana acıdığı için seninle takılıyor sadece."

ciddiye almaması gerektiğini bildiği sözlerdi. yine de içinin burkulmasına engel olamamıştı. dıştan böyle gözüküyorlardı, herkes onları böyle görüyordu. üzerine yapışmış buz prens efsanesi yalandı. herkes onun insan ilişkileri konusunda beceriksiz asosyal bir ucube olduğunu biliyordu. kusurlu oyunculuğu pek bir etki sağlamamıştı.

ancak daha çok üzüldüğü şey, küçük bir ihtimal de olsa san'ın ona yakınlaşma sebeplerinden birinin de bu olmasıydı. sadece merakını gidermeye çalışıyor olabilirdi. neşeli kişiliği ruhsuz yeosang'ı iyi bir av olarak görmüş olabilirdi. düzeltilmesi, tekrar topluma kazandırılması gereken zavallı bir öğrenci...

"özür dile."

san'ın boğuk sesi sınıfa dolduğunda yabancı dört kişi ve yeosang kapıya çevirmişti bakışlarını. elinde şeffaf bir poşetle, yüzünde dümdüz bir ifadeyle az önce konuşan çocuğa bakıyordu san.

çocuk da onun delici gözlerini fark etmişti. "ben..."

"lütfen yeosang'dan özür dile. dediklerin çok kabaydı."

çocuk utançla kızarıp önüne döndü. bir süre kusmak üzere gibi yüzünü buruştursa da herkes sessizce ona baktığı için olsa da gerek uzatmadan, "özür dilerim yeosang," dedi. "öyle demek istememiştim."

yeosang gözlerini yere indirdi. o anda hissettiği suçluluk duygusuna uygun bir kılıf uyduramadı. o yabancıların yargılayıcı karanlık gözleri onu köşeye sıkıştırmış gibiydi. dudaklarını aralayacak gücü bile kendisinde bulamadı. san dışında herkes sınıftan çıkana dek boşlukta süzülmeye devam etti.

"iyi misin balım?"

san'ın sorusunu yanıtlamadı. kemanını çantasına koyarken elleri titriyordu.

"ben gideyim."

ayaklandığı an san onu bileğinden tuttu. "nereye gidiyorsun bebeğim? provamız bitmedi ki."

time of loveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin