Dolu Kadehi Ters Tut - Kaçar Gider
🌂🌂🌂
Sesler vardı. Tekrarlanan, yankı yapan ve daha nicesi ulaşırdı, belli ederdi kendilerini. Kimisi görerek, kimisi dokunarak, kimisi de duyarak anlardı bazı şeyleri. Ben duyarak anlayan kısımdaydım. Şu zamana kadar kaç şarkı vardır anılarımı taşıyan, kaçlık ritimler vardır gaza getiren, yavaşlatan, duraksatan, kaynağı bilinmez onca ses ve ben dönerim 2002 ila günümüz arası bir yerlere. Dün de olabilir, üç yıl öncesi de. Benim için en şiddetli hissiyatları sesler yaşatır. Duyarım ve anımsarım, duyarım ve görürüm gözden kaçırdığımı ve duyarım ve hatırlarım ve evet, oradadır. Bu dünyada onca ses vardır ama çoğu duyulmaz bile. Nice şey söylenir ağızdan bir kulağa yollanır kimisi kaçar diğerinden kimisi kalır akıllarda. İyisiyle kötüsüyle nice ses vardır kimisi gülümsetir kimisi ağlatır ve senin hayatın bile kendini duyurmanla başlar. Ellerindesin; sana dokunuyorlar, seni görüyorlar, yine de ağlamanla varlığını algılarlar. Sesinle hissettirirsin kendini.
Uyandığımda ilk yaptığım boynuma dolanmış kulaklıklarımı çıkarmak oldu. Dün gece uyumama büyük faydası olsa da sabahına canıma kast etmişlerdi. Dalga geçiyorum, deli yatışımdandı bu hale gelmeleri. Pek de sağlıklı değildi aslında yaptığım çünkü ne kulağa ne de kulaklığa iyi geliyordu, ikisinin de bozulma ihtimalini arttıran bir davranıştı ama dün uyumam için elimdeki tek olmasa bile en kolay seçenek buydu. Kolaya kaçan biriydim her ne kadar bu paslı zincirden de kurtulmaya çalışsam da. Belki de asla kurtulamayacaktım ve benim bir parçam haline geldi diyip geçiştirecektim ama bu bahaneyi kaçıncı defa kullanmış olacaktım? Aslında sadece boğazıma dolanan sarı bir kulaklıktan ibaret olması gereken bir konuyu böylesine metaforikleştirmem yatakta geçirdiğim zamana bir yarım saat daha katmıştı. Kendime gelip toparlanmam için yirmiden geriye saymaya ve sırayla en yukarıdaki uvuzlarımdan başlayarak yataktan kalkmaya çalıştım. On beşe geldiğimde ayaklarım yere basıyordu.
Oturduğum yerde gerindikten sonra hepten kalktım yataktan. Hava bulutluydu, yağmur yağdırması kaçınılmaz bulutlarla kaplı. Dünkü gibi. Dün. Evin içi pek de serin değildi ama bir üşüme geldi bana. Belki de hareketsizlikten sebepti. Belki de tembellikten. Belki de parmak uçlarım yine buz kesmeye başlayacaktı onların da kıramadığı zinciri buydu dönüp dolaşıp yine soğurlardı. Gerildiğimizden kaynaklıymış. Bir insanın nasıl gerilince elleri buz keserken yanakları alev alır, sırtı soğuk terler dökerken alnına dokunsalar ateş atar? Banyoya giden adımlarımda bunları düşündüm.
Yüzüme su çarparken aklıma düşen sahnelerle avuçlarım yanaklarımı sıvazlar halde kalakaldım. Aynadan kendime baktığımda alnına ufak sarı tutamları yapışmış, gözlerindeki ak hafiften kırmızılara bulanmış, yarı ayık, akşamdan kalmasa da sarhoştan hallice bir adam gördüm. "Yuh!" diye bağırdım o adama karşı çünkü o adam, dün gece, 3 koca yılın ardından hasret kaldığı elma çayı kokulu, yaşı yirmi dörde gelmiş başka bir adamla içindeki soytarı karşısındakinde patlak vermiş bir halde görüşmüştü. Rüya gibi geliyordu bana ve ben, hâlâ, dün edilmiş sohbetlere dair neredeyse hiçbir cümleyi doğru düzgün hatırlamıyordum. Atılan iki kahkaha ve tek taraflı bir yıkım vardı. Başka ne vardı ki? Dahası var mıydı ki?