Kan Kubbe

436 23 11
                                    

   Kurşunumsu gökyüzünde süzülen tek parça bulut, kuraklığın yegane alameti, aksi gibi rengi de bembeyaz sanki hiç yağmura meyilli değil gibi. Genç kadın sonsuz, hafif karanlık semada güzel günler görmek istiyor, ancak insanlığın yok ettiği doğal güzelliklerin sunabileceği tek duygu olan hüzüne talim ediyor.

   Çivi çıkmışsa bile yerine çakılır. Adını taşıyan denizin yüzeyinde süzülen sümüksü yapıya karışmış kilolarca insan çöpüne bakmak bile acı verince artık bu deyimin yerinde olup olmadığına dair şüpheye kapılıyor.

   Her gün yaptığı gibi bugün de vapur iskelesinin bekleme alanındaki, kenarları pörsümüş, aşınmış, rengi bir zamanlar ahşapken şimdilerde külden gün alan bankta, bir bacağı diğerinin üstünde, sigarasını körüklerken boğazı gıcıklandı. Kıvırcık saçları, rüzgarın dans davetine mutlulukla icabet ederken vapurun etraftaki hayvanları korkutan sesine kulak verdi. Gitme zamanı.

   Yaşlı İstanbul'un diğer yakasına geçmenin bile eski tadı yok. Martılar bacayı sarmıyor, ya da varış noktasına kadar eşlik etmiyor artık. İyi kötü iki adet simit satın alıp zoraki bir ziyafete davet ederdi ama simit dahi artık el yakıyor, bir zamanların fakir öğünü şimdilerin zengin malı olmuş.

   Geride bıraktığı o güzel şehrin anılarına kapılıp gitti. Eski Taksim'de herkesin takım elbiseyle dolaştığı günlere kadar değil; hayat kirişi böylesine köklü yılları kapsamıyor ama Türçe hariç her dilde asılmış tabelaların olmadığı, Taksim'de ülkenin resmi dilinden başka bir dil duyulmadığı günler, hatta korkusuzca dolaştığı günler zannettiği kadar uzakta değil.

   Eskilerde sahafları tek tek gezdiği semtlerde bulunmak güven vermiyor. Deniz bu anı deryasında kulaçlar atadursun, açık alanında oturduğu gemi kıyıya vurmuş, yolcular sanki kendilerine sıra gelmeyecek gibi korkuyla ileri atılıyor, inmek için birbirini eziyor.

   Şık siyah ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkardı. İnsanlar adeta birbirini dümdüz ederken, Deniz hiç oralı değildi, sakince kalabalığın mağara devrinden kalma yollarla dağılmasını bekliyordu.

   Ayağı düz zemine değer değmez ithal sigarasından bir dalı dudaklarının arasında tuttu. Herkesten sakındığı Mustafa Kemal Atatürk imzalı beyaz fakat basit çakmağıyla ucunu yaktı. Sarıyer iskelesini boylu boyunca dekore eden, balıkların çoğu sezon öncesi avlandığından oltalarının ucu boş kalmaya mahkum balıkçıların yanından geçip gitti. Selam vermek istediyse de veremedi. Bu günlerde insanlara iyi davranmanın bile kötü bir bedeli var.

   Yaklaşık on dakikalık yürüme mesafesini bugün dört dakikada bitirmeyi gülünç buldu. Bir sigara daha yaktı. Sahil yoluna sıra sıra dizilmiş banklardan birini seçerek önceki gece başladığı polisiye romanından birkaç sayfa daha okuduktan sonra soluğu ofisinde aldı.

   Kapıyı açarken eski arkadaşı Derya'nın sesini duydu. Ufak bir gülümsemeyle yüzünü kadına döndü. "Günaydın. Erkencisin yine? Bu kadar erken gelmene gerek yok demiştim."

   "Yapacak daha iyi bir işim varmış gibi." Derya alaycı bir tavırla cevapladıktan sonra iki yakın arkadaş gülüşerek ofise giriş yaptı. Yıllardır süregelen muhabbetleri yeterince samimiydi, Derya bazen resmi olmak için özel bir çaba gösterse de Deniz tarafından sert bir şekilde uyarıldıktan sonra bir daha böyle bir girişimde bulunmadı.

   Deniz günlük alışkanlıklarına dayanarak hemen soluğu mutfakta aldı ve ısıtıcıyı suyla doldurdu. Hem kendine hem de arkadaşına birer kupa kahve doldurdu. Derya uyku problemlerinden muzdarip; Deniz ne zaman elinde kahveyle belirse gözleri parlardı.

   Her gün olduğu gibi bugün de, 'içecekler senden, yiyecekler benden' prensibiyle, Derya kesekağıdından kruvasan çıkarıp iki ayrı tabağa koydu. Kahvaltı kavramı bu kadardı. İkisi de aynı odadaki masalarına kurulurken, sağlıklı bir kahvaltıya hasret kaldıklarını fark edince Deniz yine düşüncelere daldı.

Crossed RoadsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin