Bölüm 22

78 17 13
                                    

Yirmi İkinci Bölüm: Televizyona İlk Çıkış

Cenk Uzuner

Ben bir katilim, bunu kabul ediyor ve benimsiyor olduğum halde korkularım var. Hayır, yakalanma ya da açığa çıkma korkusu değil. Benim yüzümden ailemin başına bir şey gelebilecek olma korkusuydu ki bunun farklı çeşitlerini önceden de yaşardım. Bir iş ne kadar büyürse sorumluluğu ve sonuçları aynı oranda büyür. Gerçekleştirdiğim eylem felaket bir boyutta, sorumluluklarıyla sonuçların da felaketin felaketi boyutunda. Bazen 'nasıl tutuklanmıyorum, polisler izimi neden bulamıyorlar' gibi aklımda çeşitli sorular oluyordu ve konuyu anında kapatma, kötüyü çağırmama adına 'kimliğim yok, ondandır' diye ne kadar saçma olduğunu umursamadan öyle cevaplıyordum.

Birini -bu en yakınınız ya da oturduğun çevrede oturan ve her gün görebileceğiniz herhangi biri- aniden kaybetmek, bilinmezlikte kalmak insanın aklına zibilyonlarca soru getirir. Özellikle o kişi denizde, bir su yatağında, ormanda gibi saçma sapan yerlerde, kafatası tamamen parçalanmış halde bulunursa. Ciddiyim, kafasını parçalayarak öldürdüğüm nice önemli, önceden önemli insanlar vardı ama kimse gerçekleştirdiğim cinayetleri 'seri' olarak adlandırmıyordu.

"Cenk tarih veya Osmanlı hakkında ne kadar bilgin var?" Alp bastırmaya çalıştığı öfkesiyle etrafımda tur atıyordu.

Zar zor daldığım uykudan ani bir korkuyla uyanıp etrafıma bakmaya çalışmıştım. Yatağımda değildim ve kesinlikle yatmıyordum. Tahta bir sandalyeye ellerim arkada bağlanmış vaziyette, rutubetli duvarların arasında oturuyordum. Aniden olması beni korkutsa da başıma böyle bir şeyin er ya da geç geleceğini bildiğimden hemen korkuya kapılmamıştım. Kapısız, camsız odaya -oda dememin sebebi 4 duvarı ve çatısı olmasından dolayı-  dalan Alp'e hiç ses etmemiştim. O da bir süre odada, etrafımda volta atarak öfkesini bastırmaya çalışıyordu.

"Meraklı biri değilim, bilirsin." Kurduğum cümleden sonra durup bana baktı. Beni öldürse umurumda olmaz, ama başka bir şey yapacakmış gibi hissetmem beni korkutuyordu. "Neden sordun, sınava tâbi mi tutacaksın?"

"Alayın sırası değil. Beni dinle, tarihini bil; Osmanlı zamanında mesleği kasap olan, kasaplık yapmak isteyen insanlara bir şart koşulurmuş. Yılda birkaç ay izne çıkaralıp bahçıvanlık yaptırmak. Neden, biliyor musun?"

Söylediği olay hakkında hiçbir bilgim yoktu, ama yalan yok, ilgimi çekmişti. Zaten Osmanlı her zaman ilgimi çeken, yine de hiç araştırmadığım bir konu olmuştu. Dudaklarımı büzüp omuzlarımı silktim.

"Neden, sakarlık edip kendilerini mi kesiyorlarmış? Yani... Hepsi mi?" Fikrim buydu; bıçak kullanmayı bilmediklerinden kendilerini sakatlayıp tatile çıkmaları. Alp gözlerini kapattı ve oturur pozisyona geçti. Tabi o oturmadan önce yoktan varolan sandalye kıçının altında konumlanmıştı.

"Hayır, benim süper zekalı çocuğum. Öldürmek ve eti doğramak onların insanlıklarından alıp götürdüğü, merhamet duygularını körelttiği için." Bunun benimle ne alakası var? Yani kasap değilim, bahçıvan olmadığım da aşikar...

"Haa!.. Tamam, anladım. Şu hafta baya tavuk, kırmızı et, balık falan yedik, abarttık diye kızdın. Ama bu kadar prodüksiyona gerek var mıydı, yeni evimize misafir olarak gelip de söyleyebilirdin," dedim biraz alınmış halde onun suratına bakarken. Hem beni yumruklamak hem de sarılmak istiyormuş gibi bakıyordu. "Ne? Evimizin adresini mi bilmiyorsun diyeceğim, beni evimden kaçırdın."

"Kasaplığı bırakmalısın demek istiyorum, Cenk. Mutfakta pişirdiğin etlerle yarışacak kadar çok insan eti kesiyorsun. İntikam istediğini biliyorum ve hak da veriyorum ama durulmalısın, merhameti unutmak üzeresin." Her an ağlayacak gibi bakması canımı sıkmıştı. Beni durdurmak istiyorsa canımı almalı, çünkü yaşattılan şeyler yüzünden ölmek isteyen bir abim var. "Cenk..."

CenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin