Okulun koridorlarındaydım. Bana hararetli bir şekilde pazar gecesini anlatan Linds'ten gözlerimi ayırıp dolabıma baktım. Kilidini açıp kitaplarımı yerleştirirken söylediği şeye gülümsedim.
"Eee...Bugün bizim kafeye gidiyor muyuz?" diye gözlerini kırpıştırarak sordu. Gözleri doğanın tüm renklerini barındırmak istermişçesine güzeldi.
Başımı iki yana sallayarak cevapladım. "Hayır, ben gelemem. birazdan hastaneye gitmeliyim."
Bir süre ne diyeceğini bilemedi. Ne zaman konu buraya gelse aynısı oluyordu. Haklıydı da.
"Pekala...Seninle gelmemi ister misin?"
Cevabını bildiği halde sormuştu bunu. Gelmesinin kimseye faydası dokunmazdı. Ne kadar az insan, o kadar iyiydi.
"Gerek yok, fakat teşekkürler. Kafeye gidip eğlenmenize bakın." dedim ve gülümseyerek ekledim. "Yarın görüşürüz."
Karşılık verip çıkış kapısına doğru uzaklaştı. Ben de oraya gidecektim ama öncesinde başka bir şey yapacaktım.
Önünde bulunduğum bölümün kapısı kilitli değildi. İttirip içeri girdim. Edebiyat öğretmenimiz masasının üzerine eğilmiş, kâğıtlarla ilgileniyordu.
Küçük ama dopdolu odasında ilerledim. Şu an bakışları bendeydi. Kaşları yukarı kalktı.
"Deb. Hoşgeldin. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"
"Aslında...Bana önerdiğiniz kitap için gelmiştim." dedim kitaplığına bakarak.
Kaşları çatıldı. Sessiz kaldı. Ardından hatırladı.
"Arkadaşın klasik okumayı seviyordu, değil mi?"
"Benim aksime, evet."
Sözlerim üzerine oturduğu sandalyeyi geri itti. Kitaplığının önüne gitti, birkaç saniye raflarda bakışları gezindi ve kitabı bulup çıkardı.
"İşte burada." deyip bana uzattı. Kitabı alıp teşekkür edecek ve çıkacaktım ki yeltendiğim sırada arkamdan seslendi.
"Ne zaman istersen veya bir şeylere ihtiyacın olursa gelebilirsin, biliyorsun."
"Biliyorum."
Açık olan kapıdan okulumuzun artık boş olan koridorlarına çıktım. Bugünkü dersler bitmişti. Yalnızca okul sonrası kurslarına kalanlar ya da görevli olanlar için açık tutuluyordu.
Kitabın üzerindeki tozları temizleyip göğsüme bastırdım, beni bekleyen arabamın olduğu otoparka gitmek amacıyla okuldan çıktım.
-
Arabamı dükkanın önünde park edip arabadan indim. İçeriden gelen tatlı, doyurucu koku beni cezbediyordu. Camın diğer tarafındaki tatlıları düşünerek içeri girdim. Her zaman favori pastanem burası olmuştu.
Siparişimi, muffinleri söylediğimde satıcı kadının onları alıp bir pakete koymasını bekledim. Ücretini cebimden çıkarıp kadına uzatıp keklerle beraber arabama geri döndüm. Çalıştırıp hastaneye sürdüm ve bir yandan paketten bir muffini yemeye koyuldum.
Kasvetli, insanın içini boğan hastanede bir elimde paket, diğer elimde kitapla ilerliyordum. Her tarafta koşturan çalışanlar, ziyaretçiler yerine bu kat daha sakindi. Beyaz zemin, beyaz duvarlar, beyaz ışık gözümü yoruyor; sinirimi bozuyordu.
Artık ezberlemiş olduğum odanın kapısının önünde dikildim. Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. Hafif bir öksürme sesi geldiğinde yavaşça kapıyı açtım, sıkıcı bir hava etrafımı çevreledi.
"Hey." diye seslenip yatağın karşısındaki tekli koltuğa oturdum. Elimdekileri kucağıma, dizlerimin üstüne koydum. Bana hafifçe gülümsedi. Bugün baharın bütün canlılığı onunla birlikteydi sanki.
"Nasılsın?" diye sordum konuşmayı başlatmak adına.
"İyiyim. hatta bugün nedenini bilmediğim bir şekilde iyi hissediyorum."
"Ben nedenini biliyorum galiba..." diyerek ayağa kalkıp yatağın, onun yanında dizlerime çökerek paketi uzattım. Aldı, açtı ve gözleri büyüdü. Bu tepkiyi vereceğini biliyordum. Doğruldu.
"Aynı eski günlerdeki gibi." dedikten sonra bir muffini yedi. Gülerek "Burada sana iyi bakamıyorlar." dedim. Başıyla onayladı.
"Tadını çıkar."
Yerime geri gittim. Muffinleri bir kenara koyup dudaklarını yaladıktan sonra konuştu.
"Bu arada, herhangi bir anda Andre gelebilir. Sorun etmezsin ya?"
Andre. Cait'in ilk ciddi ilişkisi. 3 yıldır çıkıyorlardı. Onun için fazla uzun bir zaman dilimiydi. Bu yüzden hep ondan bahsederdi. Birkaç kere onları beraber görmüştüm, yine de adam akıllı muhabbet edememiştik. "Selam" ya da "Naber?"den ileri gitmemiştik.
"Fark etmez." diyeceğim sırada kapı tıklatıldı. Ardından da açıldı. Onu gördükten sonra, hafızamın pek kuvvetli olmayışı gerçeğiyle yüzlestim. İlk kez görüyormuş gibiydim, onun hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Bize doğru bir adım atıp kapıyı kapattı. Odanın ortasına doğru ilerlerken bakışlarımı Cait'e çevirdim. Hiçbir şey değişmemişti. Biraz önceki, benimle konuşan Cait kadar rahattı. Gözlerindeki ışıltı dışında.
Diğer kızlar onun yerinde olsa, mükemmel erkek arkadaşları karşısında mükemmel görünmek için çabalarlar; kendileri olmaktan, sevgililerinin sevdiği kız olmaktan çıkarlardı. Ona bu özelliği yüzünden hayrandım. Andre de öyle olmalıydı.
"Hoşgeldin." dedi Cait Andre'ye ve hüzünlenmemi sağlayan o sahne gerçekleşti. Andre hızla aralarındaki mesafeyi aştı, sarıldılar. Birbirlerini çok seviyormuş, romantik bir filmden fırlamış gibiydiler.
Andre geri çekildiğinde Cait beni işaret edermişcesine "Deb de beni görmek için geldi." dedi. Andre kafasını çevirip benim olduğum tarafa baktığında gülümsedim. Beni ilk kez fark ediyordu.
"Seni hatırlıyorum." dedi.
"Ben de öyle." dedim.
Gülümsedi. Gerçekten güzel gülümsüyordu. Cait, bu kadar güzel gülümseyen bir erkek arkadaşa sahip olduğu için şanslıydı. Elbette onu umursayan birisi olduğu da bir nedendi.
Fakat bir an huzursuz hissettim. Onları yalnız bırakmalıydım, zaten çok sık görüşemiyorlardı. Andre'nin okulu, Cait'in tedavisi derken...
"Gitsem sorun olmaz ya?" diyerek Cait'i taklit ettim. Bakışları hemen üzerime sabitlendi. Bir gerekçe istiyordu, lakin bunun bilincinde olduğundan emindim. Aklıma hiçbir bahane gelmedi, bu yüzden doğruyu söylemeye karar verdim.
"Siz ikiniz biraz daha vakit geçiresiniz istiyorum."
Bakışları yumuşadı. Başarmıştım. "Pekala. Tekrar ne zaman geleceksin?"
"Seni rahatsız edecek şekilde yakın bir sürede." dedim ve Andre'nin yanına giderek Cait'in sol tarafında durdum. Elimde tuttuğum kitabı ona gösterdim. Az daha vermeyi unutacaktım.
Ağzı şaşkınlık ve beklenmediklikle açılmıştı. "Yoksa..." diye cümlesini başlattı ama devamını getiremedi.
"Senin için."
Kitabı ellerinin arasına sıkıştırıp incelemesi için süre verdim.
En sonunda, konuşabileceği hale gelince "Tanrım. Deb. Teşekkür ederim. Bunu hiçbir yerde bulamıyordum!" sözcükleri ağzından döküldü.
"Önemli değil. Canının sıkılmasını istemiyorum."
Konuşmamıza Andre karıştı.
"Eğer fırsatım olsaydı gelirdim, biliyor-" ve Cait onun cümlesini yarıda kesti.
"Biliyorum. Dert etmene gerek yok."
İçi rahatlamış bir hale büründü. Onlardan ayrılmayı istemiyordum aslında. İyi hissettirmişlerdi. Ama sorumluluk duygum daha ağır basıyordu.
Veda edip kendimi odadan dışarı attım. Koridor boyunca ilerlemeye yeni başlamıştım. Ayak sesleri duyunca arkama baktım. Andre geliyordu. Vücudumu ona doğru döndürüp bekledim. Yanımda bitti ve anlatmasını söyleyen bakışlarımı ona yönelttim.
"Ne olur ne olmaz, numaram sende bulunsun. Söz konusu Cait."
"Tamam."
Telefonumu çıkarıp ona verdim ve numarasını rehberime eklemesini izledim. İşi bitince bana geri verdi.
"Tamam." diyip bir süre beni inceledi. Düşünceli duruyordu.
"Cait'e verdiğin kitap...Sırrı neydi?"
"İyi anlaştığın edebiyat öğretmenleri, her zaman işine yarar." derken bir yandan da sesimi alıntı yaparmış gibi tonluyordum.
Güldü. "Anladım. Cait'in bundan haberi yoksa, çok önemli olmalı. Şimdi de o önemi biriyle paylaştın. Tehlikeden haberin var mı?" dediğinde ben de gülmeye başladım.
"Artık gitmen gerek, Cait'in bir şeylerden şüphelenmesine hiç ihtiyacımız yok. Aynı sırrı paylaştığımız gerçeğinden mesela."
Ciddileşmeyi başardığımızda, "Seni tanıdığıma sevindim." dedi.
"Ben de öyle." dedim ve odaya geri gitmesini izledikten sonra, alt kata giden merdivenlerden inmeye başladım.
