Birkaç gün geçmişti. Fakat olanlar benim açımdan keskinliğini yitirmemişti. Her seferinde içimi daha çok kaplıyordu boşluk hissi. Hele annem kalıntıları temizlediği halde aynanın düştüğü yerden geçerken duygularımı daha derin hissediyordum.
Cait'ten pek haberim yoktu. Onu o günden beri görmemiştim. Annemler yanımda temkinli davranıyor, öğrenmemem için çabalayarak beni olaydan soyutluyorlardı.
O dönemdeyken, yalnızlığın farkına vardım. Cait hayatımdan çıkarsa neler olacağı hakkında fikir sahibi oldum. Korkunçtu. Düşüncesi bile, korkunçtu. Onsuz yapamazdım. Dolayısıyla, neler bildiğimi düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
Hangi hastanede olduğunu biliyordum. Babam bir telefon konuşması yaparken dinlemiştim. Uzun sayılabilinecek bir süre yanımızda olamayacağını da biliyordum. Ayrıca herkes onun için ne kadar üzgün olduğundan bahsediyordu. Durumunun nasıl olduğunu merak ediyordum.
Benden uzakta olduğu zamanları başka şeylerle uğraşarak geçirdim. Resim yapmak, film izlemek gibi. Çünkü onu kafamdan atmak istedim. Ama yapamadım, zaman çok yavaş ilerliyor; sanki hızlanırsa bir kayaya çarpmaktan korkuyor gibiydi. Kaldı ki, ben o kayaya zaten toslamıştım.
Bu sırada okulda bir şeye de tanık oldum, Andre kabullenemiyordu. Genel halinin dışında, daha agresif davranıyordu. Daha mutsuz. Ona baktıkça kendi bastırılmış duygularımı görüyordum. Kimsenin olaya pozitif yaklaşmaması da son umut kırıntılarımı benden uzağa, erişemeyeceğim bir yere fırlatıp atıyordu.
Fakat dayanamıyordum. Bir anda en yakın arkadaşımı kaybetmiştim. Bir anda çocukluğumu kaybetmiştim çünkü gülüşlerim çalınmıştı. Ciddi bir kalıba sokuluyordum, daha fazla anlayış bekliyordum. Daha açık konuşmalar, gizlenmemiş bilgiler. Bu yüzden sunabileceğim en kararlı, kendinden emin tavrımla annemin karşısına çıktım.
"Artık bilmek istiyorum anne. Benden saklamanızı istemiyorum. Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Cait hâlâ aynı kalacak."
Beklemediğim hareketlerde bulundu. Bunu söylememi, gerçekleri yüzüne vurmamı bekliyor gibi tüm "korumacı anne" modunu bozarak, merakımı gidermemi sağladı.
Derin bir nefes alarak cümleye başladı. "Cait biraz daha hastanede kalacak. Emin olmaları gerekiyor..." kafam karışmıştı. Sözlerine devam etti. "Onun kronolojik bir rahatsızlığı var." Tüm bunlar ne ifade ediyorlardı?
"Yani?" diye sordum alacağım cevaptan korkarak.
"Yani tatlım, Cait tekrar aramıza döndüğünde bazı şeyler eskisi gibi olmayacak." Bunu biliyordum. Değişecekti. Yoksa bunlar yaşanmazdı. O halde neden bu kadar şaşırmıştım?
Dudaklarımı yaladım. Daha fazla soru sormak istiyordum ama nereden başlayacağımdan emin değildim. Basite kaçmayı tercih ettim. "O iyi olacak mı peki?"
Annem gözlerini benden çekmedi. Elimi tuttu, güven vermek istermişçesine boğazını temizleyip sesini yükseltti.
"Elbette tatlım. Onu kaybetmedik ki. Kaybetmeyeceğiz de."
Sonra gülümsedi. Gözlerine kadar ulaşan bir gülümseme değildi bu, gözlerinin kenarındaki çizgilerin çıkmasını sağlayan türden hani. O değildi. Daha çok, kendi duygularını gizlemeye yarayan türdendi. Ne zaman beni teselli etmeye çalışsa bu yüzü takınırdı çünkü. Ama ben o duyguları biliyordum. Aynılarını ben de tadıyordum.
Fakat bunları ona söylemedim. Önce gözlerimi, sonra elimi ondan çektim sadece. İnanmıyordum. İyi olmayacaktı. Benden bu kadar ayrıntı gizlemeye kalkışmazlardı. Hiçbir şey elde edemeden ayrıldım odadan. Yapabileceğim hiçbir şey de yoktu gerçi.
İyi olmayacaktı.
Olmadı da.