yüzleşme

24 3 0
                                    

Bir gece, saat sabah karşı belki var, belki yoktu. bir telefon sabahın o erken saatlerinde çalmaya başladı. Tunç, yastığın altını yokladı elleriyle. bulamadı. inatla çalıyordu telefon. eli biraz daha gezindiğinde sonunda yatak kenarında düşmüş telefona ulaşabilmişti. almanın tek yolu biraz çabaydı. bu çaba, tunçun uykusunu bozmayı başarmıştı. uyku sersemi avuçları arasında tuttuğu telefonu dinledi yarı sersem. 

"tunç?" 
bu ses, annesinindi. 
"Anne napıyorsun bu saatte ya?" sesi yarı uykulu ama bolca sinirli çıkmıştı 
"ben.." bir süre sessiz kaldı annesi. "ben yemin ettim." 
tunç annesini anlamamış bir biçimde telefonu uzaklaştırdı kulağından. 
"Anne yine ne saçmalamaya başladın ya.." telefondan kısık kısık nefes sesleri gelmeye başlayınca tekrar koydu kulağına. 
"vaktim doldu." telefon biranda kapandı, tunç artık uykusuna devam edebilecekti. ve öyle de oldu.. 



Gece hızla bitmiş, tunç gece olan olayı her zamanki gibi görmemezlikten gelerek başladı sabaha. bu gece evde en güzel gecesini geçirecekti tek başına. Kendi kendine boyadığı tuvallerden birini daha yerleştirdi şövalesine. fırça parmakları arasında büyük bir zevkle hareket ederken tuvale yansıyan kırmızı bir şakayık çiçeği olmuştu. Arkada çalan piyona son sese ulaşmış, renkler, güneş ve biraz bira çok güzel bir ambiyans yaratmıştı. bu ortamı bozan tek şey ise, kayıtsız numaradan gelen bir çağrı olmuştu. tunç telefonu büyük bir isteksizle açtı. Karşıdaki sesi hatırlayamadı ancak yabancı da gelmemişti kulağına.


"Tunç?" 
Tunç cevap verip vermemeyi düşünürken karşıdaki taraf tekrar konuştu. 
"Meral'in oğlu olan tunç musun sen? ben necla teyzen." tunç yine annesinin ne sorunlar çıkarttığını sormaya bile vakit bulamadan, telefondaki kadın tekrar konuştu. 
"annen öldü tunç. cenaze için seni bekliyorlar." işte tam o sırada tunç, tüm bunların şaka olduğunu sandı. Necla teyzeyi hatırlıyordu az biraz. yaşlıydı. tuhaftı. ne düşeceğini bilemezken, sırt çantasına belli belirsiz, özensizce hazırladığı gibi çıktı yola. istanbul'un bir ucundan, başka bir ucuna gidecekti. çocukken yaşadığı mahalleye yıllardır gelmiyordu. hiç değişmemişti. evin yolunu hatırlamak çok zor olmamıştı onun için. ağlamak için fazla mı büyüktü, yoksa annesi için üzülebilecek bir kalbe artık sahip değil miydi? tunç yol boyu kafasının içinde dolanan onlarca soru ile geldi annesinin yaşa-ma-dığı eve. Kapıda bekleyen cenaze aracı ve ağlayan birkaç komşudan başka kimseleri yoktu aslında. hala bir şaka sanıyordu. Gözleri merakla necla teyzeyi ararken, bir polis memuru geldi karşısına. 
"Sen oğlu musun?" dedi çok sıradan bir tavırla. tunç başını salladı. "öleli çok olmuş. en azından tahmini üç dört gün önce ölmüş."  
"ne?" dedi büyük bir şaşkınlıkla. "biz daha dün gece konuştuk annemle." diye sayıkladı birkaç kere. telefonunu aradı ceplerinde, gözleri hafiften kararmaya başladığında tüm dünya ayakları altından kaymış gibi hissetti ve kimsesiz kaldığı o ilk anda yere yığılıverdi. 

Saatler sonra gözlerini açabilmişti. Necla teyzenin hiç değişmeyen eski koltuğundaydı yine. tavanında eski oymalar vardı. yataktan kalkacak hali bulamadığında gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı artık. gerçeklik yüreğine bir taş gibi oturmuş, annesinin ölümü de suratına sertçe çarpmıştı şimdi. hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı gencecik adam. öyle ki evin içindeki çok kişi sesini işitmişti o gün. artık herkesin bir düşüncesi vardı. şimdi macide teyzeye kim bakacaktı? 
anneannesi kapıdan baktı üzgün torununa. 
"tıunç" dedi, büyük bir merakla. "neden ağlıyorsun tunç?" 
tunç bir kere bile olsa anneannesine bu kadar özeneceğini düşünmezdi hiç.
"annem ölmüş." dedi üzüntüyle. macide bu duyduğuna güldü ve büyük bir alayla konuştu. "Hayır, o daha az önce buradaydı." 
bir delinin lafından ne olabilirdi ki en fazla? hayatın, ölümün bile farkında değildi macide teyze. tunç gözlerini silmeye çalıştı. anneannesi koltuğun kenarına oturup baktı torununa. "dün gece seni aniden aradığı için ona neden kızdın sen! o senin annen." 

Asıl hüzün, tunç için artık yeni başlıyordu. göz yaşları durmak bilmeksizin akmaya başlamıştı. kalbi öylesine sıkışıyordu ki acıdan, bu hissi nasıl tarif edeceğinden bile emin olamıyordu. günler anneannesi ile birlikte geçti, toparlanmak için zamana ihtiyacı vardı. telefonu kapalıydı, arkadaşları, akrabaları, kimse ona ulaşamıyordu. günler böyle geçerken tunç yalnızca yaşamaya çalıştı. yalnızca akan zamanda tutunmaya, hayatta kalmaya ve acısını kabullenmeye çalıştı. bir gece ansızın bir karar aldı sonra. yıllar önce başladığı sigarayı annesi hiç sevmezdi, o gece bir dal sigara daha yaktıktan sonra annesinin fotoğrafına baktı uzun uzun. yıllar onu da çok değiştirmişti. sigarasının dumanını fotoğraftan uzak tutmaya çalıştı beceriksiz bir tavırla. göz yaşlarını tutmakla uğraşmamıştı bile. elleri arasında tuttu fotoğrafı. gözlerinin içine baktı öylece. kendinden korkuyordu artık. hayat ona hiç bu kadar acımasız bir hissiyatı tattırmamıştı. annesine bakarak ağlarken bir el hissetti omuzlarında. anneannesinin geldiğini sanarak bakındı sağına. kimse yoktu. korkuyla sıçradı yerinden, arkasına baktı tekrar. kimse yoktu. ancak o, omuzlarında bir el hissettiğinden çokça emindi. hayal kuruyorum dedi artık kendi kendine. zaten o ne zaman bu evde yaşasa, başından hiç eksik olmazdı böyle şeyler. sigarasını içi dolmuş kül tabağına basarak söndürdü, eski koltuğa tekrar uzandığında yalnızca hüzün dolu bir haldeydi ve artık hayat amacının ne olduğunu kendisi de bilmiyordu... 



tunç sonunda kendini toparlayabilmişti. Ani bir kararla annesinin yaşadığı eve yerleşme kararı aldı. tek başına yaşadığı evden eşyalarını getirdi, en son ne zaman kullandığını bile hatırlamadığı çocukluk odasına yerleşti tekrar. dolabında eski kıyafetleri duruyordu. raflarda annesiyle olan fotoğrafları çerçeve ile ona bakıyor, duvarlarda boy boy çizimlerle dolu kağıtlar asılıydı. eşyalarını yerleştirecek halde hissetmediğinden her şeyi erteliyordu tunç. kapıda macide anneyi görünce ona özenmeden yapamadı tunç. hiçbir şeyin farkında değildi, yaşıyordu ancak ölü bir ruhtan farksızdı o. macide içeri geldiğinde odadaki duvarlara bakındı. "Tunç!" dedi büyük bir hevesle. duvarda asılı fotoğraflardan biri aldı, ona uzattı. "necla aynı bana benziyor değil mi?" sorusunu hevesle sordu. tunç gülümsemeden edememişti. "güzelliğini senden almış annem..." 

Macide anne bir şeylerin farkında değildi hala, kızının ölümünden haberi olduğunu bile sanmıyordu tunç. günler tıkılı kaldığı evde geçmeye devam etti iyi kötü. eşyalarını yerleştirdi, macide anne ile iletişim kurması daha da kolaylaştı, annesini kabullenmeye başladı, yaşamaya çalıştı. 

                                                                                              ****

Meral üzerinde beyaz bir elbise, elleri kan içinde bakıyordu tunç'a. ellerinde bir şeyler tutuyordu ne olduğunu bilmediği. "Tunç!" diye bağırdı meral, "Tunç!" tekrar bağırdı. Korkuyla feryata döndü bu çığlıklar, acıyla feryatlarını duyuyordu tunç. ormanda yolunu kaybetmişti, annesine ulaşmaya çalışıyordu. Tekrar bir el hissetti omuzunda ve korkuyla sıçradı yatağında. elleriyle gözlerini kapadı, korkunç bir kabus ancak böyle bitebilirdi nasıl olsa. derin derin soluklar alırken duyduğu nefes sesi ile başını kapıya çevirdi. macide anne gözleri kocaman açık bir halde bakıyordu tunç'a. "duydun mu tunç? annen beni çağırıyor tunç! yine nereye gitti o yaramaz meral! söyle!" koşar adımlarla odaya daldı, dolap kapaklarını açmaya başladı. öyle bir öfkeyle bağırıyordu ki macide anne, korkudan ve öfkeden gözü dönmüş gibiydi. 
"Meral sus!" raflarda duran fotoğrafları fırlattı yerlere, "Meral sus!" biranda attı kendini yere. elleriyle kulaklarını kapadı, feryat figan ağlamaya başladı, "doğurma o çocuğu meral! sus meral! seslenme bana meral!" tunç korkuyla bakıyordu macide anneye. ne yapacağını bile bilemez bir haldeyken titreyen ellerle yaklaştı ona. kollarıyla sarıldı kocaman kadına. macide anne kendine sarılan çocukla biraz olsun sakinleşmiş olacak ki dakikalar sonra kulaklarından ellerini çekip sarıldı tunç'a. gözlerinden yaşlar akıyorken mırıldandı "annen seni de çağırdı mı tunç?"  
bu sorunun cevabı aslında evetti. tunç sessizliğini korurken ağlamaya devam etti macide anne. "ben yapma ona dedim, yapma bunu kendine, yapma dedim ona. kanını sunma dedim ben ona.." tunç anlamıyordu bu anlatılanları. her zamanki saçmalamasıydı işte, macide anne hep böyle şeyler saçmalardı değil mi? gece çok uzamıştı artık, nasıl sabah olduğunu tunç bile anlayamadığında macide anne yerde sızmış kalmıştı. gözleri artık dayanamaz hale geldiğinde tunç tekrar döndü yatağına. gözlerini kapattı, kendini uykuya bıraktı.


saatler geçti, tunç çalan zil ile açtı gözlerini. büyük bir sersemlikle ayaklanırken macide anne çoktan uyanmış ve odadan çıkmıştı. kapıya koşan da o olmuştu. necla onlar için hazırladığı börekleri getirmişti, bir yandan da tunçu görmek, muhabbet etmek istiyordu. necla teyze içeri girdi, macide anneyi götürdü mutfağa. beli ki evde kimse daha kahvaltı yapmamıştı. böreklerini tabağa koydu, kendi tabağını yıkarken geldi tunç. 
"Necla teyze?" 
necla, elinde tabağı ile beklerken biraz duraksadı ve tunça baktı önce. "Dün gece sesiniz beni uykumdan uyandırdı, bir şey mi oldu?" Tunç olanları anlatıp anlatmama arasında kalsada necla ilk adımı atmış, tekrar bir soru yöneltmişti. "Macide anne ne zamandan beri böyle, biliyor musun?" Tunç merakına yenik düşerek baktı ona. "Bilmiyorum." 

Artık sohbet ayak üstü olacak bir hali geçmişti. mutfaktaki eski üskü yuvarlak masanın sandalyelerinden çekti kendine bir tane. tunç karşısına geçtiğinde yutkundu necla. 

"Senin doğduğun gün burada öyle büyük sel oldu ki, onlarca insan öldü tunç. onlarca kadın o gece ölü bebek doğurdu, annen senin yaşaman için birçok şey yaptı." bu cümleden sonra sesindeki ton değişmişti. "macide anne o gece böyle oldu işte." sözünü bitirdiğinde baktı tunça. "hiçbir şey bilmiyorsun." apar topar ayaklandı, tunçun konuşmasına fırsat bile vermeden kapıyı çarparak çıktı evden. 
tunç anlamıyordu neler olduğunu, neler yaşandığını. 

Güneşin ÇocuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin