Yağmur yağıyordu, soğuk damlaları kafamda ve yüzümde hissediyordum. Serin değildi hava herzamanki gibi bir yaz yağmuruydu. Geceyi aydınlatan trafik ışıkları ve aydı. Yağmur asvaltla sevişirken güneş sanki erkenden küsmüştü. Basdığım her adımla nereye gittiğimi bilmeyerek kafamdaki bütün düşünceleri unutmaya çalışıyordum. Neden mi diye sorarsanız, basit bir ölümün beni bu hale getirmesine izin vermiştim. Sanki az evel önümdeki ceset ağlıyordu. Aslında ağlamıyordu, çünki ölüydü. Yani, artık ölmüştü. Gözlerinde bir yaşam belirtisi yoktu onun artık. Ağlıyordu. Yağmur cesetin yüzünde güzel duruyordu. Hayal gücüm bana ağladığını söylüyordu. Ama bir ceset nasıl ağlasınki, o bir ölüydü? Yavaşca elimi kafasına anlına koyup parmaklarımı yüzünde gezdirdim, göz kapakları açıktı, onları örtüp o korkunç üzücü görüntüyü aklımdan çıkarmak istemiştim. Bunların hepsi bir 15 dakika evel olmuştu, ama aklımın peşini birtürlü bırakmıyordu. Her hedefim, avım, tıpkı bu cesedin gibi bir kader taşıyordu. İşimi seviyordum açıkcası, kimsesi olmayan insanları, yada herşeyini kaybeden ve bundan sonra kötü olup insanlığa zarar veren esirleri ortalıktan temizlemek benim görevimdi. Parası iyiydi. Komik olan tek şey bu insanlarla çok ortak yönümüzde vardı. Bende onlar gibi, kimsesiz, ve yalnızdım. Ama para kazanıyordum. Geceleri azrail'e yardım ediyorum. Her zaman ki gibi. Ara sıra Azrail bu insanlara göz kırpar giderdi. Bu demek oluyorki, benim işim değiştiğinde, başka bir hedef kurulduğunda, bu avımı bırakıp başkasına yönelirdim. Kolay değildi. Bazen aralarında zengin, manyak psikopatlarda olabiliyordu. Çalıştığım insanlardan başka rakip ve arkadaşlarımda oluyordu. Aynı işi yapardık. Hepimiz aynıyız ama onların genelde güzel geçmişleri ve gelecekleri olurdu ve bu benim sinirimi bozardı. Aralarından biri Türkiye'di. Kendi geçmişi pek güzel olmasa da yine de çabalıyordu çırpınıp geçinip gidiyordu. Aptal mıydı bilmiyorum ama bu gidişle benden beter olucaktı hali. Onun için endişelenmiyorum dersem yalan olur. O'nun ara sıra benim işime karışması beni asıl sinir edendi. Hedefime tam ulaşıcakken, o kararmış gözlerle karşı karşıya kalırdım. Gözleri güzel, şaka değil. İçi nefret dolu bana "kıçımı yalarsın" der gibi bir bakış atardı. Bu sefer yoktu, gelmemişti, nerdeydi? Onu kollarımın arasına altıma alıp boğazlamak istiyorum. Fesaaaaat demeyin bana, o anlamda değildi, ciddi anlamda boğazlayıp onu öldüresim geliyordu. Benim de kafam böyleydi işte, ayrı bir manyak oluyordum onu görünce. Türkiye'nin başına gelen herşey benim ellerimde olucaktı yakında, ve ben aslında kimseden korkmayan hiçbirşeyi sikine takmayan bire olarak ilk defa birini umursuyordum. Türkiye'nin benim işlerimin arasına girip, canından olacağını birgün bekliyordum. Olacaktı çünki. Ama nezaman bilmiyorum. Onu boğazlayan ben değil ama başkası yakında olması beni delirtiyordu. Parmaklarımın arasındaki dalı dudaklarıma getirip ciğerlerimin sigara dumanıyla doluşunun tadını çıkarmak yerine onca saattir işime bakıp sigarasız nasıl durduğumu ve Türkiye'nin ortalıkta olmayışını hatırladıkca öfkem artıyordu. Yağmur damlaları heryerimi sırılsıklam etmiş, dışarda duş almış kadar olmuştum. Kokusu güzeldi. Yanık okdun kokusu gibi, birazda leş kokusu, ayrı bir havaya atmosfer veriyordu. Parmaklarımı anlıma getirip sinirlerimi okşamaya başlamıştım, baş ağrısı yine güzeldi. Seviyordum böylesini sanki içinde yine yüksek sesle zurnayla biri davul çalar gibiydi. Kurşun sesi gibi her an kafamda herşey canlanır giderdi, ve kulağımda o çınlama sesi beni mutlu ediyordu. Ölüme yakın ve mutlu. Tek çarem yakında oydu, ama Türkiye'nin ağzına tükürmeden olmazdı. "Senin burda ne işin var", Iran yanıma gelip oflar gibisine konuştu. "Sana da kolay gelsin, merhaba demek çok mu zor", dedim sinirlerim daha da artarken. Gelip omuzlarımı sıktı, "Türkiye'yi gördün mü", diye sordu. Türkiye'yi gören cennetlik demek yerine sözüme girdim. "Canı cehenneme", bunu dediğimi neden demeyin, cehennemde ikimiz içinde bir yer var, öyle bir yer varsa sanırım. O hep bana bahsederdi "canın cehenneme" derdi, komik bulurdum çünki bizim 'Tanrılarımız' vardı, Hades'in yanında ona hizmet etmekti bizim işimiz, benimki bu dünya denen hapishanede başadı. Benim 'Tanrı' diye gördüğüm biri yok, çünki artık ona ihtiyacım yok. "Niye?", Iran meraklıymış gibi gülümsemişti elindeki sigarayı söndürmüş ve diğer eliyle artık silahıyla kafayı yemiş ve hayattan zevk almayan biri gibi oynamaya başlamıştı. Ona söylemedim nedenini. İlgilendirmez. "Bilmiyorum sormuyorum ilgi alanıma girmiyor", bok girmiyordu. Nerdeydi o piç kurusu. "Girmiyor, aynen, bulgaristan'dan da aynısını duydum. Türk senin hakkında güzel şeyler dememiş belliki, duymadın dimi", bu da heryerde ne dedikodu varsa, beni savunmak yerine dinleyip birde katardı tam hikayr olsun diye. Busefer nerelerde azıp kime verdiğini mi anlatacaktı kendisi hakkında bana ve zamanımı boşa mı harıcyacaktı bilmiyorum ama sözüne ben sormadığıö halde devam etti, "Beyaz jeep lerde gezen senmisin? Doğruyu söyle" bu amına kodumun yine kafasında ne yaşıyor. "Hergün cenaze arabasıyla drift atıyorum sizin mezarınız şurda olur diye de zemzem suyu alıp döksem diye, baklavaki dağtırım ama üzülürüm aramızdan hedefime ulaşmayı sağlayan yoldaşlarım öldü diye, jeeplerde gezermiyim sen söyle bana?" Bu mal benim başka bir araba kullandığımı biliyordu, arabamın bozulduğunu söylemiştim de ona zaten, bu soru saçmaydı. "Haydi söylesene, dürüsy ol bana anlat yine kime veriyordun", sinirlerime gittikce gidiyordu bu amcığın soruları. İşimle alakalı birşey olmayan bir soru, amaçsız ve yalnış. "Türk bulgara senden böyle bahsetmiş, heryerde hergün ayrı farklı yerlerde götünü veren birimişsin.", Umrumda değildi nedediği, ama bulgaristanla iyi anlaşmasına gıcık olmuştum, belli etmedim. "Jetlerim dem helikopterlerimden bahsetmemiş ha", Iran kıkırdayıp gülümsedi ve bana arkadan sarılıcaktı ki ben durdurdum, az çok belimen kavramıştı beni. "Hahahaha yaptın dimi", bana kaşlarıyla garip birşekilde sinyaller atıyordu. Gülmeye başladım komik olmasada, "Hmmmm yapmışımdır ne bileyim, hatırlamıyorum bile," kurbanlarımın yüzünü çok güzel hatırlıyorum. O solgun soğuk sarı tenler ve ölü içinde yaşam belirtisi olmayan ışıksız parlaksız ölü gözler. "Ordan da mı para alıyordun yoksa sen, orospu musun?", artık sıkılıp yavaşca kolunu itmiştim. "Senden bu soruları beklemezdim doğrusu, Iran. Arabam bozuk ve benim jeep sürmediğimi sende biliyorsun.", dedim ona onun sadece bana gülüp hadi canım bakışını gördükten sonra. Bana şöyle fısıldamaya başladı, "açsın.."
hemde nasıl, katlıyam yapabilirim öfkeden, türkü yanımda istiyordum, Iran da az çok farkındaydı bunun. "Bence yeni hedefini kur, ben yada ölüm almadan", antisosyal olduğumu biliyorum. Üzgün de değilim. Yorgunum sadece. "Ne istiyorsun", dediğimde bana döndü ve kolları siyah Hoodie'min ceplerinin içine kaydı sarılırmışcasına. "Yeni günah keçimiz geçenlerde kendini belli etti. Cevabı çok iyi biliyorsun. Şefle konuştum, bir ricası var, Türk'ün ya geçmişini araştırıp ortaya çıkaracaksın, yada onun hayatıyla oynayacaksın. Sonunu bildiğin film gibi, istersen kal ya da terk et sen bilirsin, mezarlıklar yakında zaten. İşini halletmeni istiyor. Benden yardım yeterince alıcaksın, tüm desteği ben ve bir kaç ülke daha vericek. Hazır ol. Varmısın?"ne kaybedebilirimki. Ona ulaşmak zor değil, öldürmek hemde, daha ne istiyebilirimki. Benim ellerimde ölsün.
"Anlat."1019 kelime
Okuduğunuz için teşekkür ederim
Umarım beğenmişsinizdir
Yorumlara hatalarım varsa lütfen yazınDevam edicektir..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
türkiye x yunanistan (Tureece)
FanfictionYunanistan Türkiye'nin peşinde. Iran ve Nato'nun basit bir isteği ile Yunan'ın düşünceleri bir araya gelir. Türkiye'nin ortada kalması ve ortalığı birbirine katması. Biraz kurgudur. 18+, şiddet,smut,taciz, ırkcılık ve garip şeyler içerir Kapak foto...