9

136 21 0
                                    

Hayatımda iki kez ölmüştüm, ilkine şahit oluşum yanaklarımdan akıp bir deniz oluşturacak kadar unutulmaz, o denizde boğulup ölüm meleğinin kararsızlığıyla yüzleşeceğim kadar ağırdı. Bazı şeyleri tahmin edemezsiniz, çok yaklaştığınızla avunup düş kırıklıklarının siz ilerlerken ayağınıza bir bir batışına müsaade edersiniz. Veya sadece sizlerin bildiği suçsuzluğunuzla baş başa kaldığınız tren istasyonunda, rayların üstünden kulağınıza ilişen sesi hiç duyamadığınızla kalırsınız. Bilincim çok fazla şeye ulaşıp gerek bile duymayacağım kadar bilgiye ev sahipliği yaparken, bu hayatta her şeyi tam olarak bilemeyeceğim gerçeğini evine hiç almamıştı. Yavaş yavaş sona yaklaşıyordum, aynı olabileceğini düşünerek bir aptallık yapmayı aklımdan geçirmedim, yalnızca milyonlarca ihtimali ezberleyip hepsini yük edinmeye meylettim. Ölüm acıdır, özlem içerir, pişmanlığı iliklerinde hissedersin, reddedilen her ihtimalin sonucunu görme isteği tarafından sürekli ağlatılırsın. İşte seni boğan deniz böyle oluşur. Ben tek bir ihtimali atlamıştım, acaba ölüm.. gerçekten isteyenlerin hislerine güvenerek bekledikleri cennetin kapısını kendisini zamansızca dileyenler için de aralar mıydı?

Hayır, saf sarışın. İşlerin böyle yürümediği gerçeğiyle yüz yüze kalmanın seni uyuşturup aptal yapışına, mutsuz olmak için hiçbir sebep kalmadığını kanıtlama arzusuna henüz tanık olmadın. Gözlerim uzunca bir süre ayak bileğimi özenle sarışını, bana bir kez bile bakmadan.. nasıl cezalandırdığını izledi. Ayağımı burkuşumun hemen ardından, beni kucağına alıp revire getirmiş, burkulan bileğime karşılık hissettiği suçluluğu telafi etmeye uğraşıyordu. Nasıl hissedeceğimi bilemedim, göğsümün ortasına oturan sıkıntıya anlam veremedim. Bir anlam aramanın ne yeridir, ne de zamanıdır diye düşünerek araladım ölüm dileğini. Henüz habersizdim, büyük konuşmanın küçük oyunlarla kandırış hikayesinde bir yerimin olabileceğinden. Belki de haberim olsun istemedim, erteledim. Bir çok şeyden habersiz olsam da, en azından ertelemenin cezasının bir şekilde bana döneceğini kabul ederek izledim onu.

Çizgili siyah takımının bileklerinde Lal taşı olduğunu tahmin ettiğim altın rengi kol düğmeleri vardı, kulağı ve boynunun arasında saçlarının özenle örtmesine rağmen görebildiğim dövmesine dikkat ettim. Çiçek miydi, veya tahmin edebileceğim başka bir görsel miydi bilemedim. Boynunu izlerken kafasını bileğimden kaldırıp, işini bitirdiğini belli eden bir ifade takınınca, gözlerimiz buluştu. Ağır yasemin kokusu, kendi vücuduma sıktığım zambak kokusunu bastırırken, gözlerime böyle detaylı bakışına karşılık, erteleyişimin bana verdiği cezaya müsaade edip, irislerinde takılı kaldım.

"Daha iyi misin?" Baş parmağı sargının üzerinde hafifçe gezinince bacağımı aniden yere indirdim. "İyiyim teşekkürler, bu kadar ilgilenmenize gerek yoktu" mesafeli ses tonumla, gözlerimiz birbirine alışmasın diye set çekmiştim. O ise genişçe gülümsedi. Samimiyeti kendi istediğim noktada bırakabilecek biri olduğumu bilmesini istedim, ayağa kalktım. Benim gibi o da ayağa kalkınca garipsedim. Ona olabildiğince bakmamaya çalışırken, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp dağılmış topuzumu düzeltmek için kenarı koyup unuttuğum takayı aramak için oturduğum yere baktım.

"Buraya yeni nakil oluyorum, Profesör park bana atölye için, şimdilik kullanabileceğim eski tulumların depoda olabileceğini söyledi" Tokamı aramayı sürdürürken, onun avucunun içinde durduğu dikkatimi çekince elimi direkt olarak hiç düşünmeden tokamı almaya yönelttim. "Anlıyorum." diyerek kurtulmayı umarken, tokayı alamamam için elimi avucunun içine sıkıştırdı. Dudaklarının kıvrılıp beni köşeye sıkıştırırcasına strese sokuşuyla baş edemedim. Panikle elimi kaçırdım, kalbimin aniden hızla atışının hesabını sonra soracaktım. Bu garip durumun, uzun zaman önceyi andırışını hatırlayınca, başımla selam verdim. "İyi günler"

Kapıyı ardımdan sertçe kapayıp, aptalca davrandığımı düşünerek kendi kendime kalmanın verdiği fırsatla hesap sormaya başladım. Sertçe yutkunup insanlara çarparak ilerlerken, aslında olmayan hadiselerin nedenini devasa bir kütüphanede ararcasına abartışıma şaşırıyordum.
Yumruğumu sıkıp atölyeye girdiğimde, herkesin işiyle meşgul olduğunu görünce cam kenarındaki tuvalimin başına geçtim. O an beni sevindirebilecek, kafamı rahatlatacak motivasyonu, fazlasıyla emek harcadığım detayları tekrar yapabilme ihtimalinde buldum. Hemen ön tarafımdaki, benim nasıl çalıştığını gözlemleyebildiğim Suzy in yanına ilerledim, "beyazım bitmiş, kullanabilir miyim?" Diye biraz çekinerek sorunca, çiğnediği sakızı dişlerinin arasına sokuşturup, dağınık masasından aldığı boyayı bana uzattı. Güya ifadesiz kısık gözlerle bakışı, bir lütufta bulunduğunu belli etmeye çalışıyordu. Boyayı alıp teşekkür ederek, kendi tuvalimin önüne geldiğimde gözlerimi devirdim. Birilerinden yardım almayı, en ufak bir zor durumda bulunmayı kendime bir yasak olarak getirmiştim. O an için bunu umursamayıp, paletime bolca beyaz sıktıktan sonra, çekmecelinin kenarına koyduğum çantamdan yedek kıskaçlı tokamı alıp saçlarımı beni rahatsız etmeyecek şekilde tekrar topladım. Derin bir nefes verdim, ince fırçalarımdan birini alıp kaybettiğim detayları en iyi şekilde telafi etmeye çalışmanın yollarını düşünerek kendime bir yol belirledim. Siyahla belirterek, bir öncekinden daha güzel olup mükemmeliyetçiliğimi memnun etmesini sağlayacak sert çizgiler çizmeye başladım.

Dakikalar birbirini kovaladı, öncekinden daha iyi olmasını sağlayacağıma dair içimdeki umut yeşermeye başladı. Yüzümdeki gülümseme, yanlış gitmesini istemediğim her şeye karşı zoraki bir tavır iken, biraz geriye çekilip çalışmamı uzaktan izledim. Bir resmi en iyi şekilde gözlemleyebilmenin, gittiğin yolun tamamını, geçmişe hasarsızca dönebilmenin tek yolu uzaktan bakmaktır. İki yüzden birisi çoktan ortaya çıkmaya başlamıştı. Birbirleriyle zalimce atışan iki özgür ruhun, birisi kendi içinde tutsaktı. İlk onu resmetmiştim. Bakışlarındaki sertlik, şu ana dek gösterdiği bütün töleransın sona erdiğinin bir işaretiyken, henüz tamamlanmamış melek kanatlarından biri iyi niyetinin suistimalini çok daha iyi anlatıyordu.

Bazı durumlar vardır ki, sonuna dek iyi olmanın size kazandıracaklarını düşünerek kırılıp parçalara ayrılmaya göz yumarız. Kimi zaman kalabalıkta yakalar, fakat kendinden bile kaçamadığın zamanları daha çok sever bu pişmanlık. Sonrasını bilerek, başında kabul ettiğimiz yersiz umudun temsilidir işte bu. Bizi kandırmaz, kanacak kadar muhtaç kalınan gerçek minneti yakalayabileceğimiz tek ihtimali düşünerek başlarız. Böyle ilerlemez, farkedemeyiz.. kötü olan her şeyin silinip gideceği yerin, başlangıçta vaat edilişinin cezasını henüz çekmeyiz.

Halbuki farkedilmesi gereken tek şey, karşıdakinin izlediği büyüleyiciliğin farkındalığına ulaşamayan sadece bizler oluruz. O ana dek, söylenilen her söz, yapılan her davranışın içinde, bakan her gözün kıskanacağı kadar özel bir ruha sahip olmanın, bu bedeni izleyenlerin farklılaşma isteğiyle yaptığı saldırı biçimi olduğunu bilmek tek şarttır aslında.
Oysa hiç olmadığı kadar özel kalır, nezaketin, inceliğin okunduğu her zerrede, kalabalığın ortasına bırakılmış kapağı açık bir hazine kadar dikkat çekeriz. Ve bu dikkat çekişin farkında olmayan tek taraf, kendini izlemeyi hiç denememiş o hazine kutusudur.

Gözlerim dolduğunda, tamamlanması gereken her ayrıntıyı kendinden bir haber olan bedene borçluydum. Tuvale omzuma yüklenen vicdani sorumlulukla tekrar yakınlaşarak attığım ilk adımla beraber, Profesörün içeriye girdiğini gördüm. Bunu görür görmez, hemen ardından içeriye giren diğer beden dikkatimi bir kez daha çekti. Etrafı arayan, karanlık tutamlarının ardındaki irisleri, beni bulduğu an o güzel dudaklarına haber verip gülümsemelerini emretmişti.

Ancak ben, o an kendime buyuracak bir emir bulamadım, tek yapabildiğim, normalde cezasını sonra çektiğim erteleyiş tarafından irislerinde takılı kalmak oldu.













Reallita_7 kendini bulacağın satırların hepsi sana armağanımdır.

Pure Blonde | Taelice Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin