• 4. B Ö L Ü M •

3.4K 41 11
                                    

İki Küçük Kibrit Çöpü
Yanarsak beraber, sönersek beraber

Saatler sonra her zaman en sonunda kendimizi hep nerede buluyorsan oradayız bir kez daha. Yoldayız. Tanıştığımızdan beri bir şekilde başımıza gelen her şey, her olay, her yaşanan bizi yollara sürükledi. Önce başımıza gelenlerin ne olduğunu anlamak için çıktık yola ve aranıp dururken bir gün başımıza neler geldiğini anladık. Sonra kaçmak için çıktık yola, başımıza gelen her şeyden kaçmak için. Zaten aslında ister fark etsin ister fark etmesin insan yola her zaman bir seylerden kaçmak için çıkar. Kendinden, aşkından, ailesinden, hayatından, ondan, bundan, şundan. Kaçtığı hep değişir, ama kaçan hiç değişmez. Ve değişmez bir gerçek vardır, insan ne kadar kaçarsa kaçsın bir gün mutlaka yakalanır...
"Abi şu yaşımızda mülteci gibi ordan ordaya savruluyoruz hayata bak!" Burak söylenip dururken Mert gözlerini devirdi.
"Burak arkadaşımız gürcü kızlarını bırakmak zorunda kaldığı için biraz sinirli." Hafifçe gülümsedim.
"Neydi kızın adı?" Diye mırıldandım,"Hah! Sophie!"
Mert büyük bir kahkaha atarken Burak yavaşça koluma vurdu.
"Öyle birini tanımıyorum."
Hafifçe kıkırdadım. "Seninle Türkiye'ye gelmediği için mi bu kızgınlık?"
"Hakkımda çok yanılıyorsun Zeynep."
Dediğinde sırıtışım büyüdü. "Kızı Türkiye'ye çağırmadım bile. Bana ülkemde kız mı yok? Berrinler, Ayşeler, Fatmalar, Elifler, Sudeler, Melisler, İlaydalar, Esralar, Nehirler dururken elin Sophie'sini ne yapayım?"
Gülerek elimi uzatip saçlarımı karıştırdım. Mert anında söze atladı. "Abi nüfus müdürlüğü çalışanları bu kadar kız ismini art arda satamaz!" Büyük bir kahkaha attığım sırada Burak Mert'e feci bir bakış attı ve hemen ardından her zamanki gibi söylenmeye devam etti.
"Bırak şimdi kızı da abi çok çişim geldi ya, mola filan vermeyiz değil mi?"
"Burak seni bebekliğinden tanıyorum, her an çişin var be abi."
Mert'in cümlesine güldüğüm sırada gözlerim Onur'a kaydı. Yerdeki büyük yastıklardan birine başını yaslamış, gözleri hafif açık bizi izliyordu. Bizim gülüşmelerimizi, şakalaşmalarımızı sessizce izliyordu. Gülmeden, konuşmadan, sadece öylesine bize bakıyordu. İyi olmasını her şeyden çok istediğiniz insanın gözlerinizin önünde her geçen gün mahvolması o kadar kötü bir duyguydu ki. Onu karşıma alıp şöyle omuzlarından sarsa sarsa kendine getirmek istiyordum. Bu hissi bilirsiniz. Çok sevdiğiniz bir insan kendi kendini mutsuzluğa sürüklüyordur, siz de şöyle bir güzel evire çevire dovsem de kendine getirsem diye düşünürsünüz. Tam olarak bunu hissediyordum işte. Onur'la tanıştığımdan beri ona dair en büyük hayalim bu.
"Şimdi biz Gürcistan sınırından çıkalı yarım saat oldu, iki saat kadar sonra Trabzon'da oluruz. Oradan da İstanbul'a gideceğiz. Yalnız bir şey diyeceğim, abi Onur'u götürüp Ender'e mi bırakacağız? Buyurun oğlunuzu getirdik hayatını çok karartamamıştınız alın biraz daha mahvedin mi diyeceğiz?" Burak'ın haklı serzenişiyle derin bir iç çektim.
Mert sinirle başını kaldırdı. "Anlamıyorsun değil mi Burak? Canım kardeşim... Defalarca anlattım. O adam bize yardım edebilecek tek insan. Bak, o adam şu an Onur'u oğlu sanıyor. Hiçbir şey hatırlamıyor ve hatırlamayacak da. Oğlunu sonsuz bir şekilde seven bir baba o şu an. Ve Onur'un suçsuzluğunu ispatlayabilmemiz için bize yardım edecek tek insan da Onur'u saklayacak tek insan da o. O adam bizim maşamız. Onur'u kurtarabilmek için onu kullanacağız ve sonra Onur o adamla bir daha görüşmeyecek bile. Bir süreliğine bundan faydalanmak bu çocuğu temize çıkarmak zorundayız!" Kendimizi de... Hayatlarımızı mahvetti, ama toparlayacak kişi de o olacak. Normale döneceğiz, normale dönüyoruz... Okulumuza gideceğiz, arkadaşlarımızla konuşacağız, birlikte sinemaya gideceğiz. Normal insanlar gibi yaşayacağız. Ve bunu bize Ender sağlayacak. Bizden aldığı gibi geri vermesini de bilecek."
Mert o kadar mantıklı konuşuyordu ki eğer tüm bunlar yaşanırsa dünyanın en mutlu insanı ben olacaktım. Normal olmayı özlemiştim. O kadar çok üzüntü, o kadar cok gözyaşı, o kadar çok umutsuzlukla dolmuştu ki içim artık normal olmayı özlemiştim. Sıradan, sıkıcı bir hayat yaşamayı özlemiştim. Gözlerim bir kez daha Onur'a kaydığında bu sefer gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Bizi duyduğunu biliyordum. Dinlemiyor gibi görünse de bizi duyuyordu, dinliyordu. Hak veriyordu bize. Ve her ne kadar karamsar, her ne kadar mutsuz, her ne kadar umutsuz görünürse görünsün içinde bir yerlerde umutluydu. Biliyordum.
"Ama var ya o adam eğer bir ters yapsın bu çocuğa! Var ya..." Burak öfkeyle söylenirken kendimi minibüsün arkasında yere dizdiğimiz büyük yastıklardan birine bıraktım. Başımı yastığa koydum, gözlerimi Onur'a diktim. İnsanı gözleri kapamaktan daha fazla dinlendiren tek şey gözlerini açık tutup sevdiği insanı izlemisidir. Öyle de yaptım, gözlerim açık Onur'u izledim saatlerce. Burak ve Mert sohbete dalmışlardı, Onur da büyük ihtimalle çoktan uykuya dalmıştı. Saatler sonra gecenin karanlığında günlerdir Gürcistan'da başımızı bekleyen şoför Hüseyin amcanın sesini duyduğumda kısa süredir uyuduğumu anladım. Gözlerimi açtığımda arabanın durduğunu, Burak ve Mert'in kapıda beklediklerini gördüm. Arabanın arka kapısı açılırken telaşla Onur'a doğru eğildim.
"Onur!" Diye fısıldadım, "Geldik." Onur'un evine gelmiştik. Aylarca peşinden koştuğumuz o adamın evine. Onur'un hayatını mahvetmek isteyen o insanın evine. Onur'un kendi cehennemine. İçimden yıllar önce bir yarışma için yazdığım şiirin "Şimdi kapısındayım cehennemin. Kapısı cehennemden daha sıcak." dizeleri geldi aklıma. Onur'un bana haftalar önce kurduğu o cümle, "Şu hale bak, cehennemde hırkayla dolaşıyorum." Ve kalbimde Onur. Ellerim saçlarında, ellerim titriyor, ellerim soğuk. Onur gözlerini açtı, kızarmış ela gözleriyle bana baktı.
"Geldik mi?" Diye sordu ölüm fermanını bekleyen bir mahkûm gibi, "Geldik." Dedim. Başını salladı, ağır ağır kalktı yastığın üzerinden. Elini tuttum, "Onur, eğer bunu yapmak istemiyorsan..." Dedim.
"Artık hiçbir şey umrumda değil. Yapmak isteyip istememem bile."
"Onur... Böyle yapma. Kendini hayatının akışınına teslim ettin, sanki tüm bu olanların karşısında pes etmiş gibisin. Seni kurtarmaya çalışıyoruz, sana yardım etmeye çalışıyoruz. Oysa sen bu içerideki adam sana ne yaparsa yapsın buna razı gelecekmişsin gibi konuşuyorsun." Başını kaldırdı, gözlerime duygusuz gözlerle bakıyordu.
"Denize giden yolumun ortasina ateş yaktılarsa ben yanmaya razıyım."
"Atlarsın..."dedim umutsuzca, yüzüme boş boş baktı. "Ateşin üstünden..." Diye mırıldandım, "atlarsın. Her ateş gördüğünde yanmayı kabullenecek misin Onur?" Burak ve Mert arabadan inerlerken onlara döndüm. " Siz girin, geliyoruz."diye mırıldandım ve Onur'a döndüm. Başını bir eve çevirdi, bir bana. Girmek istemiyordu, biliyordum.
"Artık başıma gelebilecek her şeyi kabullendim. Bittim. Bitik bir haldeyim. Pilim bitti. Gücüm kalmadı. Kıpırdamak bile istemiyorum. Ben o ateşin üstünden atlayamam Zeynep... Kendim için harcayacak ufacık bir gücüm bile kalmadı."
"Onur .." birden sözümü keserek minibüsün içinde ayağa kalktı.
"Daha fazla konuşmak istemiyorum. Bir an önce gidip hayatımı mahveden, beni hapse attıran, bana akıl sağlığımdan şüphe ettiren ve sadece iki hafta önce kendisini vurduğum üvey babamı görmek istiyorum. Onu çok özledim." Çaresizce ayağa kalktım. Minibüsün arka kapısından atladığında peşinden indim. Bizi kapıda bir görevli ordusu bekliyordu.
Burak ve Mert içeri girerken Onur'un kolunu tuttum. "Kendini kaybetme."diye mırıldandım, "Karşında senin hayatını mahveden o insan yok. Karşında seni canından çok seven bir baba var. Her ne olursa olsun... Kendini kaybetme." Yutkundu. Ağır ağır ilerledik eve doğru.
Nasıl hissediyordum biliyor musunuz? Sanki haftalar önce ailemizi şehrimizi insanlarımızı bırakıp bir cepheye gitmişiz, savaşmışız, yaralar almışız ve şimdi şehrimize dönmüşüz de evimize giriyormuşuz gibi. Kapıdaki görevliler öyle bir bakıyor ki sanki yüzümüze aldığımız yaralar gözle görülür gibi. Onur asker adımlarıyla ilerliyor evine doğru. Hep demiştim size, asker adımları... Onur'un adımları birer asker adımları gibi. Onu ilk tanıdığımda da böyle yürüyordu, şimdi de böyle yürüyor. Hatta şimdi daha sert basıyor yere, daha güçlü basıyor. Ve biliyorum, önüne bir ateş çıktığı zaman yanmayı kabullenmeyecek. Çünkü yolun her anında yanında olacağım ce elleri ellerimi tutarken benim yanışımı izlememek için o ateşin üzerinden benimle birlikte atlayacak. Çünkü o da biliyor, yanarsak beraber, sönersek beraber.
"Hoş geldin Onur oğlum!" Onur evin aşçısına mesafeli bir şekilde sarılırken kendimi ondan ileride onu beklerken buldum. Her zaman sımsıkı sarıldığı bu kadına bile mesafeliydi şimdi. Biliyordum ki bir süre kimseye sıkı sıkı sarılmayacaktı, herkese mesafeli yaklaşacaktı.
"Ender nerede?" Diye fısıldadım yanımda bekleyen Mert'in kulağına.
"Odasında. Kalkamıyormuş. Babam da yanında, gelir şimdi." O sırada merdivenlerin başında Mert'in babası göründü. Babası kır saçlı fakat oldukça genç duran etkileyici güzel vücutlu bir adamdı. Yüzünde harika bir gülümseme vardı.
"Heh, hayatımızın gün ışıkları gelmiş! Hoş geldiniz!" Mert birkaç adımda babasına sarılırken hafifçe gülümsedim.
"Zeynep! Kızım nasıldı yolculuk?"
Mert'in babasının elini sıktığım sırada konuşmaya Burak atladı.
"Murat amca her şey iyiydi de şu arabalara bir de tuvalet konulsa süper olacak!" Aralarında gülüştükleri sırada stresten ölecektim. Onur görevlilere sarılmasını bitirip yanımıza geldiğinde kolunu tuttum destek olmak ister gibi. Stresten konuşacak halde değildi, Mert'in babasının sorularına bile sadece bir iki kafa hareketiyle cevap verdi. Birden Murat amca eğilip Onur'a sıkıca sarıldı.
"Ben de senin bir babanım," diye mırıldandı. "Yalnız değilsin sen. Korkma oğlum, bundan böyle kimse zarar veremeyecek sana. Güvendesin." Onur başını sallarken merdivenlere yöneldik.
"Gördüğünüzde biraz şaşırabilirsiniz. Durumu pek iyi değil." Elim hala Onur'un kolundaydi. Sanki olası bir tehlikeden korumak istiyordum onu.
"Kendini kaybetme. Kendini kaybetme. Sakin ol" diye mırıldanıp durduğum sırada Onur'un bembeyaz olmuş yüzüne baktım. Yutkundu, Ender'in kapısının önüne geldiğimizde Burak, Mert ve Murat amca içeri girerken Onur olduğu yerde öylece kaldı. Önüne geçtim.
"Hazır değilsen gidelim buradan Onur. İyi değilsin sen!" Dedim. Başını bir sağa bir sola salladı.
"Hiçbir yere gitmeyeceğim." Kolunu tutan elimi yok saydı ve odaya doğru bir adım attı. O an, işte o an Onur'un ilk defa derinden sarsıldığını gördüm. Odanın kapısında yere yığılmamak için pervaza yaslanirken onu içim acıya acıya tuttum. Başımı odaya çevirdiğimde Ender'in geldiği hali gördüm. Mahvolmuştu, çökmüştü. Bir anda yirmi yıl yaşlanmış gibiydi. Saçlarında beyazlar, yüzünde nedenini anlayamadığım morluklar... Birden Burak ve Mert'e gülerek bakan gözleri bizi buldu. Onur'u... Ellerini havaya kaldırdı.
"Oğlum! Onur... O... Onur... Sen misin?" Tir tir titriyordu sesi. Kollarımın arasındaki Onur da ondan farksızdı, tir tir titremekten bile öte bir haldeydi. Çaresizce Mert ve Burak'a baktım. Burak öfkeden delirmek üzere gibiydi.
"Gel oğlum, sana sarılmak istiyorum." Ender bey titreye titreye konuşurken gözlerimden öfke dolu bir damla yaş aktı.
"Biz... Onur'u buradan götür..." Dediğim sırada tir tir titreyen Onur başını kaldırdı. Derin bir nefes aldı. Kolunu ellerimden kurtardı ve odanın içinde birkaç adım attı. Ender Bey'in ona doğru uzattığı kolları arasına girdi. Burak sinirle odayı terk ederken alt dudağımı paramparça etmiştim. Şu görüntü beni, bizi mahvediyordu. Onur'un hayatını mahveden bir adam için Onur'u kucaklıyordu. Onur, celladının kolları arasındaydı...
"Seni öyle merak ettim ki! Sen... Tıpkı annene benziyorsun!"
Onur sesizce Ender'in kolları arasından ayrılıp yatağının yanındaki koltuğa otururken bakışları sanki kendini iyi hissetmek ister gibi beni buldu. Ona onay verici sıcak bit bakış attım yanında olduğumu göstermek için. Hemen sonra Ender'e döndü.
"Hep böyle zayıf mıydı? Diyerek Murat amcaya döndüğünde Murat amca konuşmaya başladı.
"Böyle değildi... Ama son olaylardan sonra yemek yemeye vakit bulabildiğini sanmıyorum." Ender Onur'a endişe ve aşk dolu gözlerle bakarken bakışlarında bir şey arıyordum. Ufacık bir şey olmalıydı tüm bunların bir oyun olduğuna dair. Oysa yoktu, gerçekten hafızasını kaybetmiş olabilir miydi?
"Ben ona kilo aldırırım! Oğlum benim, aşkımın bana biricik hatırası. Merak etme, bana her şeyi anlattılar. Düştüğün bu bataklıktan kurtaracağım seni." O an bağırmak istedim. 'Sen ittin onu o bataklığa!' demek istedim.
"Bu işin ardında kim varsa tek tek cezasını çekecek." Sen varsın bu işin ardında!
"Başına gelen her şeyden kurtaracağım seni." Önce kendinden kurtarman gerek öyleyse.
"Sana bir oda hazırlattım, bu evin bir bodrum kayi varmış, orada olacaksın bir süreliğine. Polis evi çoktan aradı ama eğer olur da bir kez daha polis tarafından aransa bile görünmeyeceksin, her şey kontrolümde olacak. Bu sırada suçlarını bir süreliğine üstlenecek birini bulacağız, para karşılığında hapse girecek bir dolu insan var dünyada. Sonra özgürlüğüne kavuşacaksın. Hayatını geri vereceğim sana."
Bağırmak, çağırmak, üstüne atlamak istiyordum bu iğrenç adamın, 'O hayatı sen aldın ondan!' demek istiyordum... Ama yapamadım. Onur sessizce dinliyordu. Şoktaydı, bundan aylar önce canından çok sevdiği babasının geldiği şu hal yüzünden şoktaydı. En büyük düşmanının ona söylediği şeyler yüzünden, onu kurtaracağını anlatması yüzünden şoktaydı.
"Kendini üzme." Diye devam etti Ender elini uzatıp Onur'un elini tuttuğunda, "Baba oğul her şeyi çözeceğiz. Yeter ki bu eller birlikte olsun." Dedi.
Gözlerim ellerine kaydı. Birbirlerini öldürmek için can atan o iki ele baktım. Bundan haftalar önce Onur'un ellerinin arasından bir kurşun çıkmış Ender'i yere yığmıştı. Oysa şimdi el eleydiler. Bir arada, bir baba ve oğul gibi. Gerçek bir baba ve oğul gibi...
"Bu güzel kızımız benim gelinim mi oluyor yoksa?"
Gülerek bana baktığında yutkundum, hiçbir tepki veremediğim sırada Murat amca söze atladı. "Aynen öyle oluyor Ender. Yani aralarinda ne vardir bilmem ama ben çok yakıştırıyorum bu ikisini!"
"Böyle güzel esmer esmer torunlar isterim vallahi. Benim oğlan sarışındı küçükken. Esmer güzel kızı bulmuş, bulmuşken bırakmasın. Dedelerine benzesin torunlarım." O an kusacak gibi hissettim kendimi. Bir anda elimle ağzımı kapatarak odadan dışarı fırladım. Kapıda öfkeyle bekleyen Burak'ın önünden koşarak geçtim ve tuvalete daldım. Burak pesimden geliirken lavabonun başında iki kez öğürdüm. Kusmuyordum ama berbat bir hale gelmistim bir anda. Adam öyle bir konuşuyordu ki insan gerçekleri anlatamadığı için hem suçlu hissediyor hem de böyle berbat bir adamın karşısında durup onu dinlediği için bunları kendine yediremiyordu.
"Zeyno! Kızım ne oldu! Bir şey mi yaptı o o***** çocuğu!"
"Sus, şşş! Dedim elim karnımda, "Bir an ... Kötü oldum... Sanki Onur'un gerçek babası oymuş gibi konuşuyor. Torun sahibi olmaktan filan bahsediyor. O kadar kötü oldum ki az kalsın odanın ortasında kusacaktım."
"Ya Zeynep... Kimse inanmıyor bana. Adam besbelli oyun oynuyor. Dalga geçiyor bir de torun morun diye!"
"Oyun değil... Adam gerçekten hafızasını kaybetmiş, şu geldiği mahvolmuş hali görmüyor musun, kolunu kıpırdatacak mecali yok, bu durumda bu kadar profesyonelce rol yapabilir mi! Eğer öy..."
Tam konuşurken tuvaletin kapısınds beliren Onur'u gördüğümde cümlem yarım kaldı.
"İyi misin?" Diye mırıldandı donuk bir sesle. Burak aramızdan çekilip odaya dönerken Onur tuvalete girdi, yanı başımda durdu.
"İyiyim..." Diye mırıldandım, "Sen iyi misin?"
"Değilim."
"Olacak mısın?"
"Olmayacağım." Ellerini lavaboya dayadı, aynaya baktı. Gözlerimi aynadaki yansımamıza çevirdim.
"Biliyor musun," diye mırıldandı Onur, "Artık aynaya baktığımda gördüğüm görüntüyü tanıyamıyorum. Kimim ben bilmiyorum. Ne için yaşıyorum, kim için yaşıyorum bilmiyorum. Hayatımda ne olup bitiyor bilmiyorum. Az önce hayatımı mahveden insana sarıldım ben Zeynep. İçimde bir parçayı ona sarıldığımda orda bıraktım. Kalbim, ruhum bedenimden uçup gitti o an. Çünkü ruhum da kalbim de bana kızgın. Bizi bu hale getiren adama sarıldığım için kendi ruhum bile nefret ediyor benden. Ben artık eski ben olamam. Hani sana bir kere bir cümle kurmuştum ya... Ruhumdan her geçeni dudaklarımın arasına yollasam...ruhuma ne kalır? Şu andan itibaren bir ruhum kalmadı benim Zeynep. O adama sarıldığım an kendime olan tüm saygımı yitirdim. Kalbim atmıyor sanki. Tüm duygularım, hislerim bitti herkese ve her şeye hatta hayata karşı. Biliyorum umutların var. Her şey güzel olacak sanıyorsun, yanımda olmaya çalışıyorsun ama artık güzel olabilecek bir hayatta bana yer yok. Eğer benden bir beklentin varsa..." Derken gözlerini gözlerimden kaçırdı ve o korktuğum kelimeyi söyledi. "Olmasın. Ben artık bir ölüyüm. Bunu kabullendim. Bu evde bir ölü gibi yaşayacağım. Hayatın bana sunduğu tek seçenek bu. Duygusuz, hissiz, mutsuz, ölü gibi bir hayat."
Yutkundum. Başımı kaldırdım. "Bu mu yani?" Diye mırıldandım. "Kendini bu hayata mahkûm mu ediyorsun? Kalbinden beni öylece bir çırpıda atıyor musun? Gerçekten bunu yapacağını mı söylüyorsun bana şu an? Ya bir gün başkasıyla olursam? Kendimi sen yoksun diye sonsuz yalnızlığa mahkûm etmeyeceğim. Peki sen bir gün beni bir başkasıyla görmeyi kabulleniyor musun?" Başını kaldırıp gözlerimin içine bir darbe yemiş gibi baktı. Sanki yalvarıyordu gözleri. Yapma diyordu, gitme diyordu, bir başkasıyla olma diyordu. Oysa dudakları farklı şeyler söylüyordu.
"Hayat senin hayatın. Sen bile az önce o adamın konuşmalarını duyup ne hale geldin. Benim ne ahle geldiğimi tahmin edebiliyorsundur... Ben... İfade etmesi çok zor... Hiçbir şey hissedemiyorum Zeynep." Dolan gözlerini başını yukarı kaldırıp burnunu çekerek benden kaçırdıktan sonra devam etti. "Artık seni sevmem sana zarar vermekten başka hiçbir işe yaramayacak. Bunu anla artık." Umutsuzca gözlerine baktım. Ona kızgındım, çabalamadığı icin, ayakta kalmaya çalışmadığı için ona kızgındım.
"Eğer bunu kabullendiysen...eğer canlanabilmek adına bir şansının olmasına rağmen ölmeyi kabullendiysen hiçbir şey demeyeceğim Onur. Çok uğraştım. Çok çabaladım kalbine girebilmek için. Ama bundan sonra tek uğraşım seni bir arkadaş olarak mutlu etmek olacak. Arkadaşın olarak her zaman yanında olacağım. Ama madem böyle istiyorsun, artık bir beklentim yok senden." Başını salladı, birkaç saniye tuvaletin ortasında öylece sessiz sedasız durduk.
"Ben...gidip odama bakacağım. Gelmek ister misin?"
Omuz silktim."Hayır. Ben eve döneceğim."
Kurduğum cümle karşısında ufak çaplı bir yıkım yaşadığını gördüm gözlerinde. Başını salladı. "Tamam. Görüşürüz o zaman..." Başımı salladım, ona hafifçe çarpıp tuvaletten çıktım ve merdivenlere yöneldim.
Bu kadardı. Kabullenmistim artık. Onur Zorlu'yla aramda arkadaşlıktan öte hiçbir şey olamazdı ve olmayacaktı. Onu getirip berbat bir hayatın ortasına bırakmıştık ve hep yanında olacaktım. Ama kalbinde olmayacaktım ve onu artık kalbimde tutmayacaktım. Çünkü ne onda bana yer, ne bende ona yer vardı artık... Hala yanacaksak beraber yanacak, söneceksek beraber sönecektik. Ama o yangının içinde ellerini tutmayacaktım onun. Yanında duracak, yanışımızı izleyecektim. İki küçük kibrit çöpü gibi... Aynen öyle. İki küçük kibrit çöpü gibiydik. Bir ateşin ortasında yanan duran, ama asla birlikte sönmeyen iki küçük kibrit çöpü. Yan yana ama asla bir arada olamayan...

Karantina 2.Perde 🖤Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin