•7. B Ö L Ü M•

2.6K 32 10
                                    

Enkaz Bölgesi
Oysa enkaz kalktı, savaş bitti, kasırga döndü, biz kurtulduk
Öldük sandık ama yeniden doğduk.

Saatlerdir Onur'un odasindayiz,onlar PlayStation oynarken ben Onur'un tekli koltuğunda oturmuş onları izliyorum. Öyle halsizim ki kalkacak, yanlarına gidecek mecalim bile yok. Onur ara ara dönüp bana bakıyor, ne durumdayım diye kontrol ediyor. Üzüldüğü gözlerinden belli. Burak ve Mert sürekli laf atıyorlar, kısa cevaplardan başka hiçbir şey gelmiyor elimden. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyor, zor açıyorum. Kendime gelmeye çalışıyorum, oysa yeniliyorum... Kendimi sıcak bir uykunun kollarında buluyorum.
Karmakarışık bir rüyanın içine uyanıyorum. Bir ormandayım, koşuyorum, üzerimde kırmızı bir elbiseyle ağaçların arasında bir şeyden kaçıyorum. Bu sırada kalbimin göğüs kafesimi delip çıkacakmış gibi atışı beni nefes nefese bırakırken omzumda bir el hissediyorum, dizlerimin üstüne çöküyoum, korkuyla gözlerimi kapatıyorum ve tam o an sıçrayarak uyanıyorum.
"Zeynep!" Onur'un telaşlı sesi, oyunu unutup başıma toplanmaları, kan ter içinde korkuyla onlara bakışım ne hale geldiğimi özetliyor. Bitiğim, bitik haldeyim... Halim yok, rüzgarım dinmiş. İçimdeki rüzgar bir milim bile esmiyor. Yorgunum, dinlenemiyorum ama biliyorum ki otuz yıl bile uyusam bu yorgunluk geçmeyecek.
Çünkü benimki ruhi bir yorgunluk. Tüm yorgunluklardan öte, kalbim yoruldu benim.
"İ..iyiyim..." Onur korku dolu gözlerle önümde diz çökmüş bana bakıyordu.
"Kızım sen iyi filan değilsin! Abi alıp doktora götürelim şu kızı, kafayı yiyeceğim ya, göz göre göre ölecek! Burak başımda delirirken gözlerimi kapattım. Birkaç saniye derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştığım sırada alnında bir el hissettim. Gözlerimi açtığımda Onur'un elini alnıma koyduğunu, ateşimi ölçtüğünü gördüm. Öyle çok ihtiyacım vardı ki o elin alnımda olmasına... Öyle çok isterdim ki yanağımı o ele dayayıp uyumayı... Derin bir nefes alarak başımı dikleştirdim. Onur'un eli alnından kayıp giderken dik oturmaya çalıştım.
"İyiyim ben. Gerçekten. Sadece üşüttüm. İlaç kullanıyorum, geçecek, merak etmeyin..."
Onur yüzüme birkaç saniyelik suçlu bakışlar attıktan sonra acı ceken gözlerini Burak ve Mert'e çevirdi. "Hastaneye götürüyorsunuz."diye emretti sertçe, "Hatta...hatta ben de geliyorum. Hadi..."
"Abi sen delirdin mi?"diye söze atladı Burak, ardından Mert devam etti.
"Kardeşim sen otur odanda. Biz götürürüz, merak etme, Zeynep bize emanet."
G

özlerimi devirdiğim sırada bunalarak konuya son noktayı koydum. "Hiçbir yere gitmiyorum. Beni burada istemiyorsanız eve giderim ama hastaneye filan gitmem. Ya burada sizinle kalmama izin verin ya da eve gideyim." Üçü de yüzüme birkaç saniye öylece baktıktan sonra Onur gözlerimin içine baka baka sertçe mırıldandı.
"Hastaneye götürüyorsunuz."
"İyi o zaman,"dedim ayağa kalkarken, "Size iyi eğlenceler. Ben evime dönüyorum."
Merdivenlere yöneldiğim sırada Onur kolumu tuttu, öyle öfke doluydu ki beni kolumu sıkıca tutarak kendine çevirdi. "Zeynep..."dedi sinirle, sonra bir şey oldu. Kızmasını, öfkeyle konuşmasını beklediğim sırada öyle bir şey dedi ki donakaldım. "Bana acı çektiriyorsun. Elim kolum bağlı, bir odaya hapsedildim ve sen bana bu gerçeği hatırlatıp duruyorsun. Dünden beri hastaydın, odada kafayı yedim ama yanına gelemedim, duvarları yumrukladım ama yanına gelemedim, sen bana geldin ama ben kalkıp sana gelemedim bu kadar aciz bir durumdayım işte, kafayı yedim ama kalkıp kapıdan çıkıp sana gelemedim Zeynep. Şimdi hastasın ve seni alıp Hastaneye bile götüremiyorum. S***** et geçmişini geleceğini al şu kızı kucağına çık git hastaneye gotur diyorum kendime. Ama yapamıyorum. Ve sen sırf bir inat uğruna bana acı çektiriyorsun. Yapma." Dedi acı içinde, alnında beliren damar öfkesini öylesine gösteriyordu ki mahvolmuş bir haldeydi. Sonra benden daha da bitik bir durumda devam etti. "Yapma..." Başka hiçbir şey diyemedi. Donakaldım o an. Onur'u böyle göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Kendini engellenmiş hissediyordu, hapsedilmiş hissediyordu, biliyordum. Başımı salladım.
"Tamam... Burak ve Mert'le hastaneye gideceğim." Burnunu çekti, derin bir nefes alırken başını salladı ve sıktığı kolumu yavaş yavaş bıraktı. Kolumu bırakana kadar canımın yandığını hissetmiyordum, eli kolumdan uzaklaştığında kolumdaki acıyla birlikte dudağımı ısırdım.
"Hadi üç yüz metre ötede bir hastane var zaten. Gidelim."
Tam merdivenlere yöneldiğimiz sırada hayatımda dördüncü kez duyduğum ve artık kalbimi durdurmaya yetecek kadar korkutan o ses bir kez daha duyuldu odanın içinde.
Polis sirenleri.
Duymaya alıştığım, alışmaktan utandığım o polis sirenleri.
Korkuyla birbirimize baktığımız sırada Onur'un yüzünde acı dolu bir gülümseme belirdi.
"Sanırım yolun sonu burasıymış."dedi acı dolu bir gülümsemeyle. Korku dolu bir bakış attım yüzüne. Pes etmiş gibi görünüyordu. Artık her şeyden bıkmış ve kaderine teslim olmak ister gibi görünüyordu.
"Sakin olalım. Enderle konuşmaya gelmiş olabilirler. Sorgu için gelmiş olabilirler ki Onur için geldilerse bile bizi bulamazlar. Yerin altindayiz, üstümüzde halı, onun altında dolap. Kimse dolabı kaldırıp halinin altindaki parkenin açılacak bir yeri var mı diye bakmaz. Sakin olup bekleyeceğiz." Kalbim deli gibi atarken evin içinde bir zil sesi duyuldu, polisler zile basıyor olmalıydı.
"Yere oturun." Mert'in fısıltısıyla başımı salladim. Onur inatla ayakta duruyordu. Kolunu tuttum öfkeyle baktım yüzüne.
"Otur,"diye fısıldadım. Benden böyle bir emir beklemiyor olacaktı ki hafif bir şaşkınlık ifadesi belirdi yüzünde, ağır ağır yere otururken korkuyla beklemeye başladık. Sessizce yerdeki halıyı izliyor, öylece sonumuzun ne olacağını görmek için bekliyordum. Kalplerimiz bir atiyordu o an. Aynı anda, aynı hızda... Garip olan şu ki en sakinimiz Onur'du, çünkü söylediğim gibi, kaderine razı olacağı noktaya gelmişti. Pes ettiği nokta buydu işte.
Hepimizin hayatlarında böyle noktalar oldu, olacak da. Bir yere kadar üzüldüğümüz, korktuğumuz her şey bir gün bizim için hiçbir şey ifade etmeyecek. İşte o gün bizim pes ettiğimiz gün olacak, ruhumuzun dizlerinin üstüne oturup "Hazırım, öldürün beni." Dediği gün olacak.
"Üst kata çıkıyorlar."dedi Mert fısıldayarak, "Enderle konuşacaklar." Gergin bekleyişimiz sürerken tam o sırada titreyen bir telefon sesiyle sıçradım, Burak'ın telefonu çalıyordu!
"Hass**tir!" Burak telefonunu çıkarıp telaşla kapatmaya çalışırken bir şekilde üst kattan duyulma ihtimalimize karşı korkudan ölüyordum.
"Telefonlar..."diye fısıldadı Mert, "Telefonlarınızı kapatın!" Aynı anda telefonlarımızı çıkardık, aynı hızla aynı telaşla kapattık, aynı derecede korkuyor aynı korkuyla bekliyorduk. Ve bir ortak noktamız daha vardı, hiçbirimiz kendimiz için korkmuyorduk. Biz Onur için, Onur bizim için...
Dakikalarca sesimizi bile çıkarmadan öylece bekledik korku içinde. Belki on beş belki yirmi dakika sonra bir ses duyuldu yukarıdan. Tepemizdeki dolabın kenara çekiliş sesi... Korkuyla doğruldum. Onur'un kolunu tuttum.
"Hayır..."diye fısıldadım.
Dolap çekildi, halı kaldırıldı, kapı açıldı... Kalbim durdu.
"Onur bey, polisler gitti, babanız sizinle görüşmek istiyor. Hepinizle."
Temizlikçilerden birinin sesiyle ömrümden giden ömür geri geldi. Tuttuğum nefesimi verdim, neredeyse ağlayacaktım. Onur'a baktığımda ise yüzünde bir rahatlama göremedim. Nedenini biliyordum. Ben rahatlamıştım, çünkü sevdiğim, âşık olduğum insan tam şu an alınıp götürülmemişti yanımızdan. Oysa o rahatlamamıştı, çünkü bu ev hapsinde telesinde en büyük düşmanıyla yaşamaya devam edecekti.
"Bu sefer iyi haber gelecek abi!"dedi Burak ayağa kalkarken, "Yeter ya, kadersiz miyiz biz! Hadi, kalkın çıkıp öğrenelim ne oluyormuş!" Burak'ın bana uzattığı elini tutup ayağa kalktığımda Mert merdivenden çıkıyordu. Birlikte merdivenlerden çıktık, koridoru yürüyerek diğer merdivenlere ulaştığımız sırada hala tedirgindim.
"Düşünsenize bir giriyoruz odaya, polisler içeride." Dedim korkuyla. Burak ve Mert gülüştükleri sırada Onur donakalmış bir halde merdivenlerden çıkıyordu. Sonunda ikinci merdiveni de aşıp Ender'in odasının olduğu koridora girdik, odasının kapısı açıktı. Özel hemşiresi odadan çıkarken odaya girdik. Yattığı yerden yüz kaslarının izin verdiği kadarıyla gülümsedi. Elini kaldırarak selam verdi bize. Ne yapmamızı bekliyordu " MERHABA ENDER AMCA , VER ELİNİ ÖPEYİM. NE GÜZEL MAHVETTİN HAYATIMIZI!" diyerek eline yapışmamızı mı?
Başımızla selam verdikten sonra Mert en olgunumuz olduğu için nefretini hiçe sayıp konuşmaya girdi.
"Ne oldu Ender amca?"diye mırıldandı, gözlerimi devirdim.
"İyi haberlerim var çocuklar. Çok iyi." Yüzüne bir yumruk savurmamak için zor duruyordum. Ama iyi haberleri olduğunu duyunca bakışlarımı ona çevirdim.
"Söz verdiğim gibi... Onur'un suçlarını üstlenecek birini buldum. Mert, baban sağ olsun bu sabah anlaşma yapıldı. Ve bu akşamüzeri bulduğumuz adam gidip teslim olmuş. Üç tane de görgü tanığı ayarladık, gencecik birinin üstüne suç atma gibi ağır bir durum söz konusu olduğu için mahkeme tarihini erkene alabildik. İki gün sonra dava görülecek. Ve Onur'un suçsuzluğu iki gün sonra anlaşılacak. Özgür olacak."
Hani bazı anlar vardır, o an geldiğinde görünmez bir yük sırtından uçar gider ve "Benim sırtımda bir yük varmış, gidince anladım." Dersiniz ya, işte aynen öyle hissediyordum şu an. O yük uçup gitti sırtımdan. Onur'un özgürlüğüne kavuşacak olması, normal bir hayata dönecek olmamız o kadar büyük bir yükü aldı götürdü ki benden heyecanla Onur'a baktım. Oysa Onur halinden hiç memnun değildi.
"Bir başkasını hapsettin, beni özgür kılabilmek için. Öyle mi?"
"Bir başkası dediğin adam masum değildi oğlum. Adam zaten bir ton şeyden aranıyormuş, adam yaralama, gasp, yasak madde satışı, daha sayamadığım bir ton şey. O adamın dışarıda insan içinde olması hata. Biz hem kendisine hem ailesine parasını verdik, sokuyoruz içeri, için rahat olsun. Masum birinin hayatını mahvetmiyorsun." Sonra bize döndü devam etti. "Çocuklar... Bu iki gün içerisinde ne birbirinizle ne Onur'la iletişim halinde olun. Mahkeme bittiği an hepiniz her şeyi yapmakta özgürsünüz. Ama şu an itibariyle mahkemeye kadar görüşmeniz çok tehlikeli."
"Onur mahkemeye gelecek mi? Diye sordu Burak temkinli bir sesle.
"Hayır. Onur mahkeme sonuna kadar evden çıkmayacak. İşimizi sağlama almak zorundayız." Başımızı sallayarak birbirimize baktık. Mert ayağa kalktığı sırada ben de ayaklandım.
"O zaman biz çıkalım, mahkemede görüşürüz."
"Tamamdır çocuklar, merak etmeyin. Her şey çok güzel olacak. Sonra bana bir ara hafızamı yitirdiğim yıllarda neler yaşadığınızı anlatırsınız. Çocukluklarınızı, ergenliklerinizi, gençliğinizi..." Ender gülerken yüzüne iğrenerek baktım ve çıktım odada. Burak hemen yanımda belirdi, nefretle fısılda.
"Bono nolor yoşodoğonozo onlotorsonoz çoçoklar." Sinirle güldüğüm sırada gözüm arkada, Onurdaydı. Odadan Mert'le birlikte çıkarken bakışları bana kaydı. Hiçbir şey demedi, hiçbir şey demedim, birkaç saniye birbirimize baktık ve merdivenlere yöneldik. Merdivenlerden inip kapıya vardığımız sırada bakışlarım tekrar Onur'a kaydı, o da bana bakıyordu.
"İki gün sonra buraya sana özgürlüğünü haber vermek için geleceğiz kardeşim."diye mırıldandı Mert, birbirlerine sarılırlarken Onur konuşmuyordu.
"Görüşürüz."diye mırıldandı sadece. Burakla da sarıldıktan sonra bana hiçbir adım atmayinca arkamı döndüm. Kapıdan hızla çıktım ve arabaya ilerledim.
"Yengemiz sinirlendi!" Burak arkamdan gelirken omuz silktim. Mert anahtarın otomatik düğmesine basıp kapıyı açar açmaz arka koltuğa oturdum.
Onlar da ön koltuğa yerleştikleri sırada söylenmeye başladım. "Hapseldildim diyor üzülüyor, özgür olacaksın diyolar üzülüyor. Ne zaman kendine gelecek, ne zaman mutlu olacak!"
Mert arabayı çalıştırırken anlayışlı bir sesle açıklamaya başladı.
"Onu anlayamazsın Zeynep. Senin bu kadar hasta hale gelmen, seni tutup Hastaneye bile götürememesi, bizim hayatımızı da mahvettiğini düşünüyor olması, kendisinin özgürlüğü için bir başkasının hapsedildiğini biliyor olması, bunlar ağır şeyler..."
"Biliyorum. Başına kötü şeyler geldi, onu anlıyorum. Ama artık mutlu olmasını istiyorum Mert. Kendine gelmesini istiyorum. Gerçek Onur'u görmek istiyorum, tüm bu olaylardan önceki gerçek Onur'u!"
"Zaman ver ona, sabret... Göreceksin."
Arkama yaslandım. Sessizce camdan dışarıyı izledim. Çok koşmuştum, çok düşmüştüm, çok yorulmuştum, tüm bunları bacaklarım, ayaklarım, dizlerim değil ruhum yapmıştı. Ama artık dinlenme vaktimiz gelmişti. Artık susma vaktimiz gelmişti. Çok konuşmuştuk...
Beni evime bıraktıkları sırada sessizce bir veda ettim onlara. Arabadan indim, saat gecenin 4'üydü. Annemler uyuyor olmalıydı. Kapıyı sessizce anahtarımla açtım. Sessiz adımlarla odama çıktım. Odamın kapısını anahtarıyla kapımı açtım ve derin bir nefes verdim. Yakalanmadan her şeyi halletmeniz mutluluğuyla üzerimi degistirdim, saçlarımı topladığım sırada gözlerim aynadaki yansımama takıldı.
Öylece kendime baktım. O kadar yorgun görünüyordum ki birkaç saniye öylece gözlerimin kenarlarındaki çizgileri inceledim. Gerçek miydi bu çizgiler? Dinlenecek miydim artık? Gerçekte  bitiyor muydu her şey, bitmiş miydi?
Bir şarkı çalıyor beynimin içinde, durumumuzu özetliyor. "Emin adımlarla terk ettim enkaz bölgesini..."diyor şarkı. Bir adım atıyorum aynaya doğru, başımı salliyorum. Evet diyorum, enkaz bölgesini terk ediyorum. Bitti artık, bir depreme yakalandık sanki, enkaz altında kaldık. Bir savaşın ortasında kaldık, düşman safları üzerimize yıktı şehrimizi, bir kasırga aldı götürdü bedenlerimizi oradan oraya, gelmemek üzere gittik, kurtulamamak üzere savrulduk, yeniden doğmamak üzere öldük sandık. Oysa enkaz kalktı, savaş bitti, kasırga söndü, biz kurtulduk, öldük sandık ama yeniden doğduk. Artık bir mahvoluşun değil, kurtuluşun hikayesi.
Benim, Onur'un, Burak'ın, Mert'in, ve senin.
Bu hepimizin kurtuluş hikâyesi.
Aynadan uzaklaşıyorum, yatağıma giriyorum ve kendime iki gün veriyorum. "İki gün" diyorum içimden, "son iki gün." Gözlerimi kapatıyorum ve derin bir uykuya dalıyorum.

( 2 Gün Sonra İstanbul Adliyesi)

"Heyecandan öleceğim."
"Ben de, ben de ."
"Ben de abi, Onur evde ne haldedir kim bilir." Adliye koridorundayız, üzerimde Mavi bir elbise, Mert ve Burak takım elbiselerini giymiş, Ender Bey'in yedi kişilik avukat ordusu başımızda, Mert'in babası avukatların yanında öylece Onur'un kaderinin ne olacağını öğrenmek için bekliyoruz. Önce mahkeme salonuna iki askerin kolları arasında serseri tipli bir adamin sokulduğunu gördük.
"Bu o mu?"diye mırıldandım sessizce.
"Evet."dedi Mert başını sallayarak.
"İsmi neydi?"
"Necdet." Derin bir nefes aldım, etrafıma bakındığım sırada anonsumuzun yapıldığını duydum. Dava numaramız anons edilip hepimiz salona davet edilirken titreyen ellerimle Burak ve Mert'in kolunu tuttum. Birlikte girdik içeri, tek tek oturduk bu korkutucu mahkeme salonunun tahta sandalyelerine.
Mahkeme başladığı ilk andan itibaren kalbim deli gibi atıyordu. Önce Necdet denen bu adam konuşturuldu.
"Ben yaptım,"diye girdi söze, "Önceleri birkaç kez taciz ettim kızı. Yüz vermeyince sinirlendim öldürdüm. Sonra okul müdürünün oğlu olduğunu bildiğim çocuğa atmaya karar verdim suçu, böyle bir plan yaptım..." Böyle girdi anlatmaya. Öyle ayrıntı eğitilmişti ki on beş dakika aralıksız her detayıyla anlattı her şeyi. Depodaki kızı, Ender'in vuruluşunu, her şeyi...
Sonra tek tek tanıklar alındı içeri, Onur'u suçlamak için Necdet'ten para aldıklarını söylediler. Tek tek gördüklerini, görmediklerini anlattılar. Sonra avukatlar savunmalarını yaptı ve sıra bize geldi. Önce Burak kalktı ayağa. Onur'u uzun zamandır görmediğini anlattı, Ender'in vuruluşuna şahit olmadığını söyledi, Onur'un bu suçları asla işlemeyeceğini anlattı. Sonra Mert'in sırası geldi. Aynı şeyleri bir bir anlattı. Onur karıncayı bile incitmez diyerek üstüne basa basa konuştu.
"Zeynep Akay." Ve sonra bana geldi sıra. Titreye titreye ayağa kalktım. Hakimin karşısında titremekten yere düşecekmiş gibi zar zor durduğumda sorularını sormaya başladı.
"Onur Zorlu'yu en son ne zaman gördün?"
"Tutuklandıktan sonra ziyaretine gittiğimizde."
"Ondan sonra hiç görmedin mi?
"Hiç görmedim."
"Peki Ender Zorlu'nun vurulmasına tanık oldun mu?"
"Olmadım. Okulun içindeydim ama hiçbir şey görmedim."
"Onur Zorlu'nun kaçtığı sırada nereye gidebileceği hakkında bir fikrin var mı?"
"Hiçbir fikrim yok sayın hâkim. Ama kaçmasın sebebini anlıyorum. Onur asla kimseye ve hiçbir şeye zarar verecek bir insan değildir, kaçtıysa yanlış yere hayatının mahvolmasını istemediği içindir. Onur suçsuz, biz buna eminiz sayın hâkim."
"Tamam, geç kızım yerine." Yerime titreye titreye geçer geçmez bir elimle Burak'ın bir elimle Mert'in elini tuttum.
"Karar!"diye bağırdı hâkim, "Yaz kızım..."
Kalbim tir tir titrerken hep birlikte ayağa kalktık. Bayılmak üzereydim, gözlerimi kapattım ve duymayı umduğum cümleyi bekledim.
"Necdet Akkan'ın itiraf ettiği cinayet suçlarından müebbet hapsine..." Nefes alamaz bir halde gözlerimi sıktım.
"Onur Zorlu'nun üstüne işlenen cinayet suçlarından beraatine..."
Kalbim durdu. Size yemin ederim kalbim durdu.
"Yargıdan kaçma suçundan elli bin Türk lirasi cezai ödemeye çarptırılmasına karar verilmiştir."
O an hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığım andı, Burak ve Mert'le ağlaya ağlaya birbirimize sarıldığımız andı. O an kurtulduğumuz andı, o an Onur'umuzun özgürlüğüne kavuştuğu, artık sıradan hayatlarımıza döneceğimiz andı.
Bitmişti, işte şimdi gerçekten bitmişti.
Özgürdük artık.
Bir kuş kadar olmasak da, dünyanın en özgür insanlarıydık artık.
Çünkü tutsak olmanın tadını bir kez tatmıştık.

Karantina 2.Perde 🖤Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin