4

22 8 8
                                    

Pandemi etkisini biraz biraz azaltmışken uzun bir süre evde tıkılı kaldığımı fark edip dışarı çıkmaya karar verdim. Uzun zaman sonra en sevdiğim kitapçıya gideceğim için hem sevinçli hem de üzgündüm. Sahaf Muhsin amca babamın liseden edebiyat öğretmeniydi. 6 yıldır bu meslekteydi ama yılları kitaplarla geçmiş. Babamla aralarına mesafe koymamış ve sürekli iletişim halindelerdi. Ben de kendisini sık sık ziyaret ederdim. Buca'ya taşınır taşınmaz hemen bir kitapçı açtılar eşiyle. Ben de daimi müşterileriydim.
Fırsat buldukça gelmeye çalışırdım. Buraya adımımı attığım an içime dolan huzuru, ciğerlerime dolan kitap kokusunu hiçbir huzura değişmem çünkü.
İlkbahar yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Güneş gökyüzünde güzelce parlıyor, kuşların ve sokakta bisiklet süren çocukların sesleri kulaklarımda bir seremoni oluşturuyordu. İşte böyle güzel bir günde ben de fırsatı kaçırmayıp Huzur Kitapevi'ne gitmek için yola koyuldum. Gerçekten ismi gibi huzurlu bir yerdi. Kulaklığımı takıp telefonumdan şu anlık mooduma uygun olduğunu düşündüğüm bir şarkı açtım. Jeong Jinwoon- Erasing...

Tam da Jinwoon'un mvde yaptığı gibi ben de bisiklet sürüyordum. Nefes darlığı çekiyordum toplu taşıma araçlarına binince. Bu yüzden kendi arabamı alana kadar bisiklet sürmenin iyi olacağına karar vermiştim. Her şey çok keyifli gidiyordu. Dışarıdaki insanlar fark etmiyordu ama maskenin altında mutlu mutlu gülümsüyordum. Birden canım dondurma çekti ve en yakın dondurmacıya yöneldim. Bisikletimi dükkanın önüne park ettikten sonra en sevdiğim limon-vişne aromalı dondurmamı aldım. Tam masaya oturmak için sandalyemi çekmiştim ki elimdeki dondurma yere düşüverdi. Birisi bana çarpmıştı. Kafamı kaldırıp çarpan kişiye baktım. Maskeliydi o da benim gibi. Yere düşen çantasını almaya yeltenmişti ki ona engel oldum. Önce özür dilemeliydi.

-Hey önüne baksana! Koskoca kaldırım taşını görmüyor musun yaa kör müsün? Dondurmam da düştü senin yüzünden off. Özür dile hemen yoksa sittin sene vermem çantanı. Hemen şimdi özür dile, bekliyorum!

Susuyordu, sadece susuyordu. Hatalıyken özür dilemeyenlerden nefret ederdim her zaman. Şu anda da dondurmamı düşüren çocuktan bir özür bekliyordum ama o susmaktan başka bir şey yapmıyordu ve açıkçası gerçekten sinirlenmeye başlamıştım.

-Sana benden özür dile dedim! Sağır mısın?

-Can you give me back my bag? (Çantamı geri verir misiniz?)

-Ohooo sen Türkçe bilmiyorsun. Gerçi tahmin etmiştim. İşimiz var seninle anlaşılan. Bana bak son dondurma bükücü madem yabancısın ve İngilizcen var o zaman senin anladığın dilden konuşalım. "IF YOU WANT ME TO RETURN YOUR BAG, APOLOGIZE RIGHT NOW FOR DROPPING MY ICE CREAM FROM ME OR YOU'LL FIND YOUR BAG IN THE NEXT GARBAGE BIN!! DO YOU UNDERSTAND ME?" (Çantanı geri vermemi istiyorsan, dondurmamı düşürdüğüm için hemen özür dile yoksa çantanı bir sonraki çöp kutusunda bulursun. Beni anladın mı?)

-I'm so sorry for your ice cream. I can get a new one if you want? (Dondurmanız için çok üzgünüm. İsterseniz yenisini alabilirim?)

-No, thanks. I can take it myself. (Hayır, teşekkürler. Kendim alabilirim.)

-Okey. So now can I have my bag back too? (Tamam. Şimdi ben de çantamı geri alabilir miyim?)

-Of course! But please be careful next time you are walking down the road. You can hit someone at any time. (Ama lütfen bir dahakine yolda yürürken dikkat edin. Her an birine çarpabilirsiniz.)

- Okey, thank you. Have a good day! (Peki, teşekkürler. İyi günler!)

Sonunda özrünü dilemişti. Ben tekrar bisikletime yönelirken o da yanına gelen arkadaşıyla birlikte önündeki turist kafilesine katılmıştı. Bu sefer dondurmayla uğraşmadan direkt kitapçıya gittim.

Her zamanki gibi o aşina olduğum huzur yine içimi kaplamıştı. Hemen yan taraftaki masada yeni gelen kitap kolilerine gözüm takılmıştı ilk olarak. Yerleştirilmeyi bekliyordu anlaşılan. Sahaf Muhsin amcayı aradı gözüm. Hani demiştim ya bir yandan üzgünüm diye sebebi Muhsin amcanın covid illeti yüzünden evde tedavi görmesiydi. Sürekli iyileşmesi için dua ediyordum. O hastayken yanında çocukları kalıyordu. İki kızı bir de oğlu vardı. Eşi Müzeyyen teyze dükkanı bir gün olsun boş bırakmıyordu. Dürüst çalıştıkları için müşterileri de eksilmiyordu. Her zaman müşteri dolu dükkan bugün de tıklım tıklımdı. Ben de hemen Müzeyyen teyzenin yanına gittim. Kısa bir sohbetin ardından önce kitapları yerleştirmeye başladım. Bir hayli yorucuydu üst raflara kitap yerleştirmek. Ama ben hiç şikayet etmedim çünkü bile isteye yapıyordum ve tabiki severek... Tıpkı Muhsin amca gibi ben de kitaplarla büyüdüm. İlkokuldan beri hiç bırakmamıştım kitap okumayı. Kitaplar en iyi dostum olmuştu. Muhsin amca da sağolsun beni kitapsız bırakmadı hiç. Bir araya her gelişimizde ellerinde koli koli kitaplar olurdu. Tür fark etmeksizin hepsini okurdum ben de.

İşim bitince Müzeyyen teyze müşterilerle ilgilenmemi istemişti. Yaklaşık dört saatimi burada geçirmiştim. Yalan söyleyemem yorulmuştum. Ama gerçekten değmişti. Ben kapı önünde üzerimdeki tozları silkelerken Müzeyyen teyze de yerleri silmeyi bitirmişti. Çok pratik bir kadındır Müzeyyen teyze. Hamarattır da. Onun elinden bir kere tarçınlı cevizli kek yiyen bir daha başka bir yerde kek aramaz. Ve gün sonunda yine şovunu yapmış, elindeki tepsiyi masanın üzerine koymuştu. Ben de kokuyu alır almaz çektim sandalyemi.

Keyifli bir sohbetin ardından dükkanı kapatıp eve dönmüştük. Bizim kızlara bugünkü maceramı anlatmak için sabırsızlanıyordum.

Bu bölüm düz yazı oldu. Bakalım bu son dondurma bükücü Asyamızın hayatına ne şekilde girecek😉

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayalım 🙃 iyi geceler ❤️

BİR KORELİ MESELESİ 🙂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin