Bir çift yabancı göz

269 30 21
                                    

Umudun olmadığı topraklardaydık. Büyük bir sefaletin içindeydik. Güneşin üzerimize doğmaktan çekindiği, yağmurun düşmediği bir ülkedeydik. Ancak bolca vahşetin olduğu bir topluma esir düşmüştük. Kan eksik olmazdı bu toprak üzerinde. Ölüm kol gezerdi yıkık dökük evlerde. Geceden sonra kafamızı pencereden çıkaramazdık. Onlara kendini öldürmek için güzel bir sebep verirdin sadece. Geç kalmıştık,çok geç kalmıştık zulme karşı çıkmaktan. Boyun eğmiştik  bize dayatılana.

Eh, şimdi de bu haldeydim. 20 yaşıma kadar kimsesiz, umutsuz ve hayalsiz gelmiştim. Küçük yaşta hayatım için savaşmaya başlamış, oradan buraya sürüklenmiştim. Küçük bir odada yaşıyordum tek başıma. Tüm gün gazete satıyor, bazen de askerlerin ayak işini yaparak para kazanıyordum. Çokta önemli olmayan mektupları oradan oraya taşırdım. Karşılığında para verirlerdi. Bu benim geçinmemi sağlıyordu. Japon askerleri fazla zalimdi. Bazen buna katlanamayacak gibi olsam da bir gün özgür olacagim umuduyla onlara aldırmazdım. Bu onları sinirlendirir birkaç kez bana vurur giderlerdi. Kendi ülkemde ne hale düşmüştüm böyle...  Güneşin doğmasıyla açtım üstümü ve kalktım uzandığım yerden. Şimdiden işe gitmem lazımdı. Yüzümü köşedeki soğuk suyu alıp dışarı çıkarak yıkadım. Lavabo dışarıdaydı. Lüks bir yerde değildim ki içeride olsun? Daha sonrasında yola koyuldum. Evim merkezden çokta uzak sayılmazdı. Ben kumaş çantamı çapraz takarak yolu yürümeye başladım. Tek ben değildim sokaktaki insan. Sırtına bir şeyler yüklemiş insanlar da geliyordu. Askerler vardı sonra. Herkesi tek tek inceliyorlardı. Ah, bugünlerde daha fazla artmıştı. En çokta merkezde vardı. Bir grup insanı bir arada görse hemen onları dağıtır, şiddet uygularlardı. Merkeze geldiğimde küçük dükkana gittim. Sahibi yaşlı adamdı. Beni gördü.

"Nerede kaldın? Her gün geç  geliyorsun. Seni kovmamı mı istiyorsun?" Bay Woo her gün böyle söylenirdi. Huysuz ihtiyar benden şikayet edip kovsa da iki gün sonra çağırırdı. Çünkü diğer gençler aylaklık yaparlardı. Ben ise...fazla arkadaşım yoktu.

"Şunları ye de dağıtıma başla. Unutmadan bugün  yüzbaşının evine git. Uşağı gelemiyormuş. " Masaya koyduğu pirinç kasesiyle hızlıca oturdum. Kahvaltımı o veriyordu. 

"Bugün gazetede ne var?" Diye sordum hızlıca yerken.  O gözlüğünü takmış konserveleri rafa diziyordu. Eski püskü dükkandı. Tek tük vardı. Alışveriş yapacak yerler kısıtlıydı, bizler için... Japonlar en iyi yerden alışveriş yaparken biz el mahkum bulduğumuz en ucuz şeyleri alacağımız yerden yapardık alışverişi. 

"Bı japon okulu açılacağını söylüyorlar. Çocuklar için. Ne gerek varsa... " Sonunu kısık şekilde söyledi. Geçen askerler tarafından alıkonulmak istemezdi.

"Dün gece...üç genç asılmış, limanda..." Yemek boğazımda kaldı. Yemin ederim yutkunamadım. Ona baktım. Gözlerindeki üzüntüyü görüyordum. Sert bir adam gibi görünse de, her şeyden şikayet etse de ülkesinin gençlerinin iyiliğini isterdi.

"Kaçacak bir yerleri yok. Direniyorlar ve ülke için ölüyorlar. Peki hak ettikleri bu mu? Yazık, çok yazık. " Ofkeliydi. Ben de öyle. Yıllardır topraklarımızı bizden almak isteyenlerle savaşıyorduk... Ancak onlar güçlü çıktı. Biz yenildik. Her yerimiz kuşatıldı. Kalktım masadan. Gazeteleri kumaş çantama sıkıştırdım.

"Görüşürüz Bay Woo. " Etrafa baktım askerler var mı diye, yoktu  ve gülümsedim.

"Umudunuzu diri tutun. Bu ülke kurtulacak. "  Yaşlı adam kafasını salladı ve yoluma devam ettim. Yalan değildi sözlerim. Bitmemişti umudum. Hala bir umudum vardı.  Gazeteleri merkezde yaşayan önemli japon ailelere dağıtırdım. Yerel halkımız benim gibi merkezden uzakta yaşardı.   Kapıların önüne bırakıyordum.

Jolie Laide Taejin/ Vjin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin