Uğrunda ölmedim, uğrunda ölebileceğimi düşündüğüm biri için yaşadım.
----
Anıların, hatalarımın zihnimizi bir bir ele geçirip bizi birbirimize düşürdüğü o günden sonra, iki gün geçmişti.
Ben yanına gidememiştim, utancımdan. Göğüs kafesim kalbimi öyle bir sarıyordu ki sanki, kalbimin rahat rahat nefes almasına izin vermiyordu. Vermemeliydi, onlara bu denli acıyı çektiren bendim.
Biri ölü, diğeri ölüden beter iki harabe yaratmıştım, göğüs kafesim bu kalbin atmasına izin vermemeliydi fakat tam şimdi nefesimi kesse bunun benim için ceza olmayacağını biliyor gibi, pişmanlığı en acı şekilde yaşayayım diye nefesimi kesmiyordu sanki.
Yanına gitmeye hâlâ yüzüm yoktu, ancak o bana emanetti. İyi olup olmadığını bilmek benim vazifemdi, gerçi ne kadar iyi olabilirdi orası muammaydı.
Evine vardığımda, zili çalmadım. Kapıyı açıp içeri girdim. Salonda değildi, kendi odasında olmalıydı.
Yavaş adımlarım odasının yönünü tuttu, kapısı kapalı değildi. Bir süre, burda olduğumu belli edecek bir şey yapmadan onu izledim.
Sigara içiyordu.
Hava kararmaya başlamıştı, yağmur yağıyordu. Elinde bir fotoğraf, sigara içiyordu.
Okyanusundan bir damla taştığında, tüm yüzünü ıslatmasına izin vermek istemeyen, parmaklarının arasında ciğerlerini yakan o zehri taşıyan elini hızlıca yüzüne götürüp düşmek üzere olan damlayı sildi.
Pencereden dışarı baktı, gözlerini kapatıp yağmurun kokusunu içine çekti. Daha fazla dayanamadım.
"Ben geldim."
Şaşırmadı, ürkmedi, irkilmedi bile. Aynı anda hem hiçbir his barındırmayan suratı hem de tüm duyguları aynı anda yaşıyormuş gibi bakan gözleri sakince gözlerimi buldu.
Cevap vermedi, gözlerini kapatıp açtı. Adımlarım tam karşısındaki koltuğu buldu, karşısına geçip oturdum.
"Yine, neden ağlıyorsun?"
Burnunu çekti.
"Çünkü o ağlıyor."
"Nerden biliyorsun?"
"Yağmur yağıyor."
Onun derin duyguları içinde kayboluşunu asla anlayamayacaktım, zaten bana anlatmak istediği de söylenemezdi. Gelirdim, sorular sorardım, sorularıma cevap verirdi ve geldiğim gibi giderdim.
"Peki, neden sigara içiyorsun?"
Hatırlamış gibi, bakışları külünün düşmek üzere olduğu sigarasını buldu. Külü hafifçe düşürüp, derin bir nefes çekti. Kendisini zehirlemek için her yolu deniyordu, bazen sigara, bazen anılar, bazen düşünceleriyle.
"Ya ben yanacaktım, ya da sigara."
Ufak bir gülümseme kondu yüzüne.
"Ben hep yanıyorum gerçi."
Yarım saat, konuşmadık. O sigarasını bitirip bir yenisini yakarken ben sessizce onu izledim.
"Taehyung, biliyorum çok zor ama,"
bunu söylemek bile canımı yakıyordu.
"unutmayı denesen."
Sigarayı dudaklarının arasına götürmek üzere olan eli durdu, sanki bedeni donakaldı. Utanmadan, yüzsüz gibi söylediğim şey, onu öfkelendirdi.
"Jimin, ben ona düğümlüydüm. Ben ona bağlıydım, bağımlıydım. Benim hayatım onun dudakları arasından çıkacak bir söze bakıyordu."
Yüzündeki ifade karıştı. Sanki son nefesini veriyormuş gibi titrek bir nefes verdi. Şimdi sadece elleri değil, kalbi de, ruhu da titriyordu.
Ben, hayatımda böyle bir sevgi görmemiştim.
"Ama o, geçmişindeki yaraları unutamadı. Benim çiçekler ekmek için çabaladığım ruhunda, çiçekleri tek tek koparıp ruhunu kanatan ailesini unutamadı. O geçmişini unutamadı. Ben ona düğümlüydüm, o geçmişine."
Ona verecek cevap bulamıyordum, onun yarım kalan yüreğinde, yürek yarasında kelepçelediği duygularına tercüman olacak kelimeleri belki o buluyordu ama ben bulamıyordum.
Bana bırakılan tek şey pişmanlıktı.
Pişmanlık ve çaresizlik.
Sanırım, daha fazla konuşmak istemiyordu. Kuru kalmayı başaramayan gözleri yeniden ıslanmıştı çünkü, anlaşılan okyanusu bugün de hırçındı.
Kafasını tekrar pencereye, yağan yağmura çevirdiğinde bugünümüzün de böyle bittiğini anlamış oldum. Hiçbir şey söylemedim, sadece yerimden kalktığımı belli eden bir ses duyuldu odada, umursamadı, evden çıktım.
Onu yine, kendi karanlığında yalnız bıraktım. Ben, iki cinayet işlemiştim. Biri tam olarak ölü sayılmazdı belki ama, onun da ruhunu öldürmüştüm.
Biliyordum, bir çocuğun ruhunu öldürmek de cinayetti.
----
myluvmi guzel yazarima ithafen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la blessure de mon cœur'
Fanfiction"O gün canım çok acımıştı, canım bile bana acımıştı."