|| En karanlık günde doğan bir ışık vardı
Ama kimse bilmek istemiyor ||Roger Hodgson - Lovers In The Wind
Düştüğüm yer ilk bulunduğum yerdi. Mezarın önündeydim. Bir çukur yoktu ya da gördüğüm muhteşem kelebek gitmişti. Kuş cıvıltılarını duyabiliyordum. Alice, harikalar diyarına düştüğünde böyle mi hissetmişti? Ama ben Alice değildim, o Alice hiç değildim. Kafamı fena çarpmış olmalıyım diye düşündüm çünkü gerçekten dehşet bir ağrı girmişti. Zorlukla kalktım ve ceplerimi aradım. Telefonum yoktu.
Telefonum o lanet yerde mi kalmıştı yani? Harika. Şimdi telefon için para verecektim, kredi kartımın bu durumu hiç seveceğini sanmıyordum. Güçlükle etrafa bakınarak kalktım ve üzerimi silktim. Tur şimdiye gitmiş olmalıydı, otele gidip rahat bir uyku çekmek ve aptal baş ağrısından kurtulmak istiyordum. Hızlı adımlarla geldiğim yöne gittim, tur hâlâ aynı yerindeydi. Birbirine gülümseyip fotoğraf çekilen insanlar, buranın tarihini anlatan rehber hâlâ duruyordu. Yanlarına ilerleyerek sürekli bana bakan kızın yanına gittim, baş selamı vermişti. "Rehber saatlerdir ne anlatıyor," diye sordum yanına yanaşarak.
"El Dorado'nun efsanesinden bahsetti. Burada altından sandalla ritüel yapıyorlarmış."
"Onu anlatmadı mı ya, yarım saattir geziyorum. O kadar şey mi anlattı?"
"Nasıl yarım saat, az önce gittin beş dakika sonra geri geldin." Kaşlarımı çattım hemen. Bir şeyler dank etti. Yaklaşık yarım saattir orada tanımadığım biriyle, anlamlandıramadığım bir şeylerden kaçıyordum ve bu beş dakika sürmüştü. Gerçekten kafamı çarpmış olmalıydım çünkü gerçek olamayacak kadar saçmaydı bunlar. Kafamı sallayarak yanından uzaklaştığımda turda arkamdan geliyordu. Bu gece burada kalacak ertesi günde başka şehirleri gezecektik. Ama o kalça avcısı müze görevlisini bulmadan, akşam üzeri yaşadığım garip şeyleri sormadan gidemezdim. Bu yüzden düşünceyle müzeye gittim, dışarıda yoktu, içeri girmek için tekrar bir aramadan bile geçtim, çalışanlara güçlükle sordum ama herif yoktu. Puf diye uçmuştu. Belki de -kafamda kurmuyorsam eğer- düştüğüm yerde kalmıştı. Ama hayır, bu çok saçmaydı. Değil mi?
Turla koca bir yemek yenildi. Herkes birbiriyle kaynaşmıştı, o kız bile yanımda oturup benimle konuşmaya çalışıyordu ama benim kafam kazan gibiydi. Biraz içmem ve kütük gibi uyumam gerekiyordu. Yemekten sonra herkes otele dağıldığında bende bara gittim. Köyün tek barına. Biraz boğucuydu, ışık o kadar azdı ki insanların yüzünü bile net göremiyordum, loş denilemezdi bile ve yerliler yabancı birine oldukça dikkatle ve didik didik bakıyordu. Sürekli gözlerin üzerinizde olduğunu bilmek sizi diken üstüne bindirirdi. Yine de boş bakışları umursamadan elimdeki araştırma günlüğüme birkaç not yazmaya döndüm. Bugün gördüğüm saçma şeyleri, El Dorado'nun bir efsane olduğunu ve gerçek olmadığını, bütün bunların safsatadan başka bir şey olmadığını falan yazdım. Ve bu da rafa kaldırılacak dosyalardan birine dönüşmüştü artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
El Dorado || Chanbaek
FantasyEvrenler su kabarcıkları gibi çarpışabilir, birleşebilir ya da birbirinden kopabilir.