3 ✶ Kim bu soytarı?

35 13 29
                                    

|| Öylece yapayalnız ama tüm benliğimle ||

Kris Bowers - When You Are Alone

۩

Bazen her şeyin ortasında öylece durmak istiyorum. Akıp giden trafiğe karşı bir caddenin ortasında, daha önce hiç gitmediğim bir kafenin cam kenarında, mutluluğun, hüznün bu hayata dair her ne varsa hepsinin karşısında öylece durmak istiyorum. Hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey söylemeden. Bir kez de susarak anlatmak istiyorum her şeyi. Aklımdan türlü düşünceler geçiyor ve yine bir çıkmaza gireceğimi fark ettiğim o an tavanıma bakıyorum. Kaçıncı kez bilmiyorum ama kalbimin ve aklımın yollarını ayırdığı günden beri, kafamı çevirip bakamadığım her şeye karşın bu tavana bakıyorum. Temizlemeli, diyorum. İşte o an kendimden kaçmak istiyorum sadece. Şu tavandan, bu odadan, ailemden, yalanlardan, heveslerden, tek günlük mutluluklardan, her şeyden kaçmak istiyorum. Ama sonra kaçmak kurtulmak değildir diyorum. En iyisi burada durmak, her şeyin ortasında, bu tahammül edemediğim kaosun karşısında öylece yapayalnız ama tüm benliğimle durmak.

Ama işte diyorum ya, kaçmak kurtulmak değildir. İnsan ya çok sevdiğinden ya da sevilmediğinden kaçar. Aslında benimki ikisi de değildi. Bir şeylerden kaçmak ama neyden kaçtığını bilmemek. Bir arayış. Bulmam gereken bir yer varmışçasına, caddelerde, sokaklarda ve evlerde gezinip durmam. İşte bu da böyle bir zamanda gerçekleşti.

El Dorado dedikleri gerçekten altından oluşan şehirdeydim. Karşımda daha bir gün önce gördüğüm ve beni siyah ruhlardan kurtaran adam vardı. O bir kraldı. Bu muhteşem şehrin kralıydı. Aynı anda hem şaşırdım hem sevindim hem de sinirlendim. Bu yüzden kral mral dinlemeden tahtında rahatça oturan herifin üzerine doğru yürüdüm. "Ulan orospu çocuğu."

Ben yürüdüğüm an askerler ve yanımdaki diğer adamlar kılıçlarını çektiler. Biraz ürktüm ama geri çekilmeden yakasına yapıştım. "Senin yüzünden oldu," diye bağırdım. "Senin yüzünden buradayım, beni geri gönder."

Beni geri ittiğinde büyük bir güçle yere fırlatmış, ayağa kalkıp kılıcını çekmişti. "Ne diyorsun be? Kim bu soytarı?"

Soytarı. Hah. Beni tanımadı mı yoksa tanımamazlığa mı geliyordu? Kafasını Sehun'a çevirip bağırdı. "Kim bu Sehun?"

"Baekhyun," dedim doğrulmaya çalışarak fakat kılıcını boynuma doğru tuttuğunda yerde kalmaya devam ettim. "Dün benimle konuştun ya, buraya dönmem gerektiğini söyledin. Evrenlerden falan bahsettin, birlikte bira içtik. Defterini okudum."

Güldü. Çatık kaşları düzeldi, alnı genişledi ve yanağında bir çukur oluştu. "Seni hayatımda ilk defa görüyorum ve neyden bahsettiğini hiç anlamıyorum."

"Harika," dedim göz devirerek. Beni öldürme ihtimalini hiçe sayarcasına doğruldum ve ayağa kalktım. "Bana dün El Dorado'dan bahsettin. Bak ben buralı değilim. Başka bir yerden geliyorum. Benim dünyamda El Dorado bir efsanedir. Ben buraya ilk geldiğimde ormanda beni ruh zımbırtılarından kurtardın. Sonra da geri gelmemi söyledin yoksa kurtulamazmışım vırt zırt. Uyku uyuyamıyorum ve bunun sebebi sensin. Şunu düzelt ve evime gideyim."

İfadesini hiç bozmadan kılıcını beline geri taktı yandaki askerlerden birine uzattı ve altın tahtına geri oturdu. "Sehun," dedi. "Şu soytarıyı zindana atın!"

Siktir! Ne demişti o? Zindana mı gidecektim yani, ne demek zindana atın? Orada çürüyecektim, ölecektim. Nasıl yaşacaktım, nasıl uyuyacaktım benim yumuş yumuş battaniyem de yoktu. Onsuz uyuyamazdım. Dehşetle Sehun'a ve diğerlerine dönerken iki asker hışımla koluma girdi. "BIRAKIN BENİ! YA VALLA BİR DERDİM YOK, SUÇUM DA YOK. SADECE EVE DÖNMEK İSTİYORUM."

El Dorado || Chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin