4. Gizem

49 4 7
                                    

Gizemli bir ölümün ardına düşmüş sıradan bir dedektiftim şimdi. Yıllarca ailesinden uzakta büyümüş sorumsuz bir kız çocuğuyum belki de. Her ne kadar beni kendilerinden uzaklaştıranlar onlardıysa da şimdi yüzüme vuran tek bir gerçek vardı ki; o da hiçbir şeyin insanı ailesinden uzaklaştıracak kadar önemli olmamasıydı. Oysa şimdi hiç kavuşamayacak kadar uzaktım onlara. En azından ölene kadar... Bunca zaman Allah'ı inkar etmeye varan bir inanca sahip bir birey olarak yetişmişken ve kendi değer ve inançlarımı, ailemin bana öğretmeye çalıştığı değerlerden kaçarak değiştirmişken şimdi onların ölümü ve bunu bu kadar yakından hissedişim kelimelerimi tüketiyor inancımı haksız bırakıyor ve küçükken zihnime ve kalbime ekilmiş tohumlar şimdiye kadar reddetmek için türlü bahaneler ürettiğim ölüm sonrasında ki hayatı kafama vura vura kabullenmeme sebep oluyordu. İnsanların öldükten sonra yok olduklarını kabullenmiş olan benliğim şimdi ahiretin varlığının inancıyla kavruluyordu...

Bir ölüm ancak bu kadar diriltebilirdi belki. Bir gidiş bir insanı ancak bu kadar kendine getirebilirdi... ama keşke gitmeselerdi... kendime geldiğim kadar kendimden gitmiştim de çünkü...

Mavi gözlerim ağlamaktan koyulaşmış muhtemelen beyazları kan çanağına dönmüştü. Kamufle olmak için taktığım güneş gözlüklerimle ve kalın paltomla bir ağacın arkasından uğurluyordum ailemi. Bugün ölüm nasıl bir şey diye sorulsa sadece 'soğuk' diyebilirdim. "Çok soğuk"

İki cenaze, toplanmış bir sürü insan, ağlayış ve yakarışlar... iki cenaze... iki can... biri can biri canan... biri kalp biri beyin... biri mantık biri duygu... ikisi de bir evladı ayakta tutan ve nefes almasına sebep olan yegane iki kişi... Bir insanın beyin ölümü gerçekleşir ancak kalp ölümü gerçekleşmezse çok kısa bir sürede insan ölürdü. Kalp dursa ise ölme hızına saliseler tanık olurdu ancak. Benim bugün hem kalbim hem beynim aynanda ölmüştü. Babam beynim annem kalbimdi.  Babam mantığım annem duygularımdı. İkisi de 17 yaşıma kadar en büyük destekçimdi. Ben ise bir kafa karışıklığına kurban gitmiş nankör bir evlat...

10 sene geçmişti onları görmeyişimin üstünden... sadece din değildi bizi ayıran mesleğimdi de aynı zamanda. Din meselesi temelimizi atmıştı ayrılığımızın dünyevi bir mesele ise kökünü kurutmuştu. Ne diyordum? Benim bugün hem beynim hem de kalbim ölmüştü ve ben nasıl yaşayacağımı bilmiyordum.

Tek bildiğim mücadelem artık sadece insanlarla değil kendimleydi de. Kafamda sorgulamayı bir kenara çöp gibi fırlattığım her şey bugün zihnimi talan eden onlarca düşünce olarak aniden hücum etmişti beynime. Başım ağrıyordu, gözlerim ağrıyordu ve kalbim... Kalbim ölüyordu...

Hava akşam saatlerine gelmişken herkes dağılmıştı. Tek bir kişi gitmek bilmiyordu mezarın başından. Annem babam ve benim arama giren, bedenlerine son kez sarılamamışken topraklarına da sarılmama izin vermeyen bu yabancı kimdi bilmiyorum ama iyiden iyiye sinirlenmeye başlıyordum...

Karanlıkta tam olarak seçemediğim simayı hava kararmadan önce insanlar dağıldıklarında da görmüştüm. Orta boylu, kilo açısından zayıf olsa da yapılı bir vücuda sahip, sakalları boynunu nerdeyse kapatan ama uzattığı sakallarına rağmen de yaşının en fazla 27,28 olduğu belli olan sert yüz hatlarına sahip bu adam kimdi bilmiyordum. Zihnim bas bas kim olduğunu bildiğini söylese de çıkaramıyordum. Hem çok tanıdık hem çok yabancıydı. Belki de bu ülkeden gittikten bir süre sonra ailemi uzaktan gözetlemek için geldiğim bir ara yanlarında gördüğüm biriydi. Ama zihnim daha eskiyi bozuk bir televizyon ekranı gibi gözlerimin önüne getiriyordu. Dedektifliğim süresince gördüğüm hiçbir simayı unutmamıştım ben. Bu adamı o zaman görmüş olsam bile hatırlardım. Bu da demek oluyordu ki tanışıklığımız çok daha uzun bir süre önceye tekabül ediyordu. Belki bir çocukluk arkadaşı, belki de bir akrabaydı. Ailemi 10 senedir görmüyordum. Yani uzaktan izleme fırsatı bulmuş olsamda yakinen vakit geçirmemiştim.

Akrabalardan varsayacak olsam erkek kuzenlerimin çoğuyla onlar 12,13 yaşındayken görüşmeyi kesmiştik. Buda yine dinin bir emriyle alakalıydı. Aklımda ne deliller vardı ne de öğretilmiş herhangi bir şey. Sadece uygulamaları hatırlıyordum. Ve belli başlı kendini İslama nispet eden herkesin bilebileceği bazı şartları. İslam'ın, imanın şartlarını vs. Hoş uzun süredir kendimi hiçbir dine nispet etmiyordum... bunu övülecek bir şey olarak gördüğüm için değil sadece aynı kafa karışıklığı zihnimde kol gezdiği için etmiyordum ya da edemiyordum.

Her neyse. Şu an hâlâ orada, karşımda, canımın kendi canlarıyla toprağın altına konulduğu o mezarların yanında dikilen adamın kim olduğunu düşünecek akli melekeye sahip değildim. Bir dedektif en başta her konuda soğukkanlı olmanın eğitimini alırdı evet. Ama ben duygularımı ilk defa bu kadar kontrol edemiyordum.

Ağaca arkamı dönüp göz yaşlarıma engel olamayarak yere çöktüğümde bir kez daha yıkılışımın derecesini farketmiştim.

"Kızlarısın değil mi?"

Az önce mantığım öldü demiştim ya. Kesinlikle haklıydım. Eğer saatler önce ki kalabalığın arasına karışsam eminim şimdi bu soruyu duymazdım. Gözlüğümü gözüme takip dağılmış at kuyruğunu tokamı çözerek bozdum. Saçlarımın açık kalması yüzümü biraz daha gizlememe yardımcı olacaktı diye umuyordum. Havanın kararmasına rağmen hâlâ taktığım gözlüklerin ne kadar dikkat çektiğini önemsemezsem tabi...

"Siz kimsiniz?"

"Bir yakın. Peki siz? Doğruya isabet edebildim sanırım? Siz onları yıllar önce terkeden kızlarısınız?"

Bir insan en fazla ne kadar acımasız olabilirdi bilmiyorum ama bu acıtmıştı bazı yaralar kendi kendine anlatınca ve kabullenince o kadar acımıyordu ama başkaları aynı şeyi söyleyince kelimeler moloz gibi üstüne yıkılıyor ve insan altında kalıyordu bu enkazın.

"Kimi kastediyorsunuz?"

Eliyle ailemin mezarlarını göstererek konuştu.

"Onları."

Yüreğimde ki tonlarca ağırlığı iter gibi alalade tanımadığım birinin mezarını göstererek inkar ettim sorusunu.

"Evet birinin kızı olduğum doğru. Lakin yanılmışsınız ben onun kızıyım."

"Bir dahakine daha üsturuplu atmanızı öneririm o zaman. Zira gösterdiğiniz mezara bakarsak büyük ihtimalle dedenizin dedesi yaşında olmalı şu an."

Ne diyeceğim ki şimdi? "Belki genç gösteriyorum bu sizi ilgilendirmez" falan mı? Gerçekten kendimde değildim. Ve daha fazla birileriyle uğraşmak istemiyordum. O an farkettiğim bir gerçekle cevap verdim.

"Sizin gözünüzün bozuk olması beni alakadar etmiyor beyefendi gösterdiğim mezara değil başka birine bakmışsınız. Şimdi gidin buradan. Ve beni rahat bırakın!"

Bu sözlerim üzerine gözlerimi gecenin karanlığını içine hapsetmiş gibi olan gözlerden ayırmadan bekledim. Bu en fazla üç saniye sürmüştü tabi. Çünkü karşımda ki şahıs gözlerini ayaklarına sabitlemiş ve arkasına dönmüştü.

"Ölüsüne sarılmak dirisine sarılmak gibi olmaz ama onlar sizi çok özledi. Gidin ve ailenize sarılın."

Az önceki cümleyi unutalım. Bu çok daha acımasızcaydı ve haykırmak isterken yine susmak zorunda kalmıştım...
🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂🍂


Esselamu aleykum💞

Nasılsınız??

Uzun bir sürenin ardından fazla uzun olmadığını kabul ettiğim bir bölümle geldim. 💞

Tahminen bir hafta sonra bir bölüm daha ekleyeceğim inşallah.💞

Sağlıcakla kalın💞

Allah'a emanet olunn🌹

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 01, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

MÜLTEZEM (İMTİHANLAR VE NİMETLER SERİ-2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin