Yüzüne çarpan soğuk hava acısını yatıştıracak kadar kayıtsızlaştırmıştı onu. Bacaklarını daha da hızlandırdı, artık soğuğu hissetmiyordu. Hissizleşmiş gibiydi sanki. Ama biliyordu, henüz değil. Henüz hissizleşmemişti. Bir yolunu bulup hissizleşse miydi? Hayır. Olmaz. Hayat daha çok acıtacaktı. İlk darbeden bu kadar acımıştı canı. Devam edemeyebilirdi. "Öyle bir seçenek yok. Hissizleşmek bir çözüm değil." diye fısıldadı bacaklarını belirli bir yere sabitleyerek. Eğer hissizleşirse, can yakan duygularından kurtulacağı gibi, sevinçlerinden; mutluluklarından da kurtulacaktı. Kurtulmak değil, kaçacaktı. Evet, bu kaçıştan başka bir şey değildi. Ayrıca bu tecrübe edinmesine bir engeldi, büyük bir engel. Tecrübe edinmeden gençliğini harcayamazdı. Biliyordu ki, yaşadığı her acı tecrübe olarak geri dönecekti. Ve bu kader onundu, yüzleşmeliydi.
Kafasını tekrar çıktığı evin penceresine bakmak için döndürdü, ama ev çok uzakta kaldığı için yalnızca açık unuttuğunu düşündüğü odanın ışığını görebildi. Zaten bu aralar en olmadık şeyleri bile birden unutuveriyordu, umursamadı.
Bacaklarına yüklendi, kısa bir süre de olsa sorunlarından uzaklaşmak için. Ne çok sorun vardı hayatında. Ki sorunların en büyüğü de, şuan bu halde olmasına sebep olan benliğiydi. Benliğinden habersizliği. Kimin neyi olduğunu bilmiyordu. Omuzları düştü, kimdi o? Bir küfür savurdu. Sonra bir tane daha. Ve bir tane daha. Bildiğinden haberdar bile olmadığı küfürleri saydırıyordu. "Ne bu isyan durumu İzgi? Sen isyan etmek yerine bir şeyleri düzeltmeye çabalardın." dedi kendi kendine. "Olmuyor. Bu kez gerçekten olmuyor." diye de devam etti. "Harika. Bir de kendi kendime konuşuyorum. Deliriyor muyum acaba?" diye sitemle yükseltti sesini. "Hala..." dedi gözlerini devirerek. "Ve hala."
Nehire gitmek istedi. Düşük omuzlarıyla yürürken, yanından geçtiği ağacın yapraklarına elini uzatıyordu. Yüksekteki bir yaprağı kestirdi gözüne, uzandı; tuttu. Gözleri boşluğa daldı bir an, saçmaydı; yere düşen eliyle beraber yaprak da kopmuştu dalından. Kafasını önce elinde kalan yaprağa, sonra ağaca doğru döndürdü. Daha sonra da nehir yoluna. Yaprağı bırakıp koşmaya başladı, koşarken arkasını döndüğünde görebildiği evin ışığını gözlüyordu saniyelik aralarla.İşin aslı, kaçıyordu. Çünkü her zamanki gibi hafızası yine geç teşrif etmişti. Işığı kendisi açık bırakmamıştı. Biri vardı, onu aramaya gelmiş olabilirdi. Koşarken daha da netleşmiş olan düşüncelerinin arasından birini çıkarı, "Acaba buraya geldiğimi anlamış mıdır? Ne kadar iz bırakmıştım ki?" Ah, şuan yapması gereken şey gerçekten koşmaktı. Zevkine değil bu sefer, gereklilikten. Orada olanın kim olduğu önemli olmayıp, hiçbir iyi ihtimal söz konusu değildi.
Ayak sesleri belli bir ritme kavuştu sonra. Yeterince uzaklaşmış sayılırdı, ama henüz nehre ulaşmamıştı. Derken düşünceler yine akın etti beynine, kurtulmak istedi. Öyle bir hızlandırdı ki adımlarını, yüzüne çarpan soğuk havayı umursamayacak hale gelmesi on saniyesini almamıştı.
Sonra birden durakladı, ama bunun nedeni yorulması veya artık iyi durumda olması falan değildi. Nedeni, karşısında gördüğü Özkan'dı.
"İzgi?" dedi Özkan soran gözlerle kıza bakarken. "İyi misin?" düşünceli bir bakıştan sonra devam etti, "Yani, iyi misiniz?"
Kız gözlerini devirdi, sonra gözleri tekrar buldu genci, "Bak, ciddiyim. Benimle gerçekten böyle konuşmana gerek yok. Aramızda hiçbir sınıf farkı yok!" Sona doğru sesi biraz yüksek çıkmıştı, ama gencin bunu umursamadığını görünce dudaklarını tatlı bir tebessüm alıyordu ki arkadan gelen bir ses, "Var." dedi.
Kızın arkasını dönmesiyle hüzünlü fakat bir o kadar da sinirli bir bakış atması bir oldu. "Teyze." dedi içinden ve Özkan'ın yüz ifadesini merak edip ona baktı. "Teyze." dedi seslice ve gözlerini sabırsızca yumarak düzeltti, "Şefika teyze." Orta yaşlı kadın sorarcasına kaldırdı kaşlarını. Sonra omuzlarının düştüğünü, içinden bir şeyin koptuğunu hissetti, "Bir şeylerden haberin mi var?" dedi ve kurduğu cümleyi kendi de içten içe saçma buldu.
"Hayır," diyen kızı duyunca gözleri parladı, hala bir umut vardı. Her ne kadar da saçma bir cevap aldıysa da. Ama kız ekledi, "Her şeyden haberim var." Kadının gözlerinin parlamasıyla sönmesi bir oldu böylece. Ama sönmesi, daha büyük bir hayalkırıklığıyla; daha büyük bir acıyla. Ki yine de sormak istedi, "Neyi?"
Kızın bakışları sertleşti, "Benden gizlediğiniz benliğimi. 'Kayıp' benliğimi." Kendisine doğru gelen kadına karşı ellerini durmasını söylercesine kaldırdı. Bunun üzerine kadın bakışlarını yumuşatıp, "Sen kayıp değilsin tatlım. Sen, bizimsin." dedi tatlı bir ses tonuyla. Kız başını olumsuzca salladı, "Hayır. Hiçbir şeyim değilsiniz ki!"
Şimdilik pes eden kadın içinden geçirdi, "Şuan mantıklı düşünemiyor." Ve asıl merak ettiği konuya döndü, "Nasıl öğrendin?" Ama kız bağımsızlığını ilan etmek üzere olan gözyaşlarını zor tutuyordu, "İyi değilim. Bana bir iyilik yap ve... Ve seni aramamı bekle, arayacağım." Aramayacaktı, ikisi de farkındaydı bunun fakat kadın onu zorlamak istemiyordu, arkasını dönüp öylece gitti.
Sonra kız gence döndü, kadının arkasından bakan genci incelemeye koyuldu. Açık sarı renkteki saçlarını önü hafifçe uçuşuyordu rüzgarın etkisiyle, elmacık kemiğinin etrafına yayılmış olan açık kahverengi çillerini görebiliyordu. Kızın gözlerinin kendisinde olduğunu farkeden genç, kızın koyulaşmış gözbebeklerine baktı. Kız yarım bırakmış olduğu tebessümünü tamamladı. Genç de dişlerinin uçlarını göstererek güldü ve bir adım yaklaştı kıza. Elini uzatarak konuştu, "Anlatmak ister misin?"