Gün doğuyordu, yine sabaha çıkamayacağını düşündüğü bir gece geçirmişti ve yine böyle bir gecenin sabahına açmıştı gözlerini. O gece gözüne nasıl uyku girdiği konusunda şaşkın, fakat hayatının en verimli uykusuna yatmış gibi hissetmişti. Yeniden doğmaktı bu, battığını düşündüğü an yeniden çıkmıştı su üstüne; üstelik bu sefer kocaman bir egemenlikle.
Gözlerini açtığı oda her zamanki odasıydı ama her zamanki gibi görünmüyordu. Duvarlarda ellerine bulaşmış gözyaşlarının izleri, fakat beraberinde umudun tüm odaya sinmiş kokusu vardı. Yastığında gözünden düşüremediği yaşlarının yokluğu hissedilip, içini allak bullak eden düşüncelerinin karmaşasının izlerine rastlanıyordu. Aynaya baktığında ise, bitmişsin sen be, diye fısıldama isteği uyandıran görüntüsünün beraberinde dudaklarının adeta umudu fısıldamak üzere aralanmış yansımasını görüyordu.
Biraz daha erken uyansa gündoğumuna şahitlik edip o güzel havayı hissedebilirdi ve belki kuşların cıvıltısında kafasındaki birkaç parça şeyi bir araya getirebilirdi, bu kaçan şans onu biraz üzse de acı eşiği fazlaca artmıştı, umursamadı.
Boşluktaydı ve bunu biliyordu, boşlukta olduğunu farketmek başlı başına bir gelişmeydi zaten boşluktan kurtulmak adına.
Biraz ötedeki çekmecede duran telefonunu almak için ayağa kalktı, telefonu alıp beraberinde önceden dalgınlıkla odanın kenarında bırakmış olduğu plastik şişeden bir yudum su içti ve yatağına uzandı. Birkaç mesaj, birkaç arama, sonrası yokluk. Gerçi ne olabilirdi ki? Telefondu sonuçta, beklentileri yüksek tutmamak gerek değil mi?
Güneş odasını iyiden iyiye aydınlatmaya başlıyordu, yattığı yerden örtüsünü üzerine çekerek güneşe sırtını döndü ve hareketsiz durarak uykuya geçti.
Uyumak acılarını dindirmiyordu belki ama kısa süre için de olsa sorunlarından uzaklaşma imkank sağlayabiliyordu
bitmedş devam etçem