bölüm 1: uyku

86 6 7
                                    


Yoruldum ve derin bir nefes aldım. Kendimi toparlamam gerekiyordu artık. Çekmeceden aldığım bir sigara ve çakmakla terasa çıktım. Sandalyelerden birine oturdum ve çakmağı çaktım. İçime çektiğim zehir dumanı bana zarar vermesine rağmen iyi hissettiriyordu. Tıpkı... Senin bana hissettirdiğin gibi. 

Bir köşeye odaklanmıştım. Bir şeyler düşünüyordum, çok fazla düşünmemem gereken bir şeyler.  Olan olmuştu, bitmişti her şey. Sadece şiirlerime sığınmak istiyordum artık. O'ndan başka kimseye yazmadığım şiirlerime. 

Bir nefes daha çektim sigaramdan. Düşünüyordum, sadece... bilmiyorum. Kafam çok karışık, karışıklığı hissediyorum. Çektiğim nefesi özgür bıraktım. Muhtemelen artık vücudumun su harici kısmı nikotin ve kafeindi. Kahve ve sigaraya bağlanmıştım, bir zamanlar sana bağlandığım gibi. 

Sabahın erken saati, kuşlar bile yeni uyanıyor ve benim gözlerim kıpkırmızı. Sadece alışmaya çalışıyorum sensizliğe. Başaracağım, alışacağım sensizliğe. 

Çakmağı döndürüyordum parmaklarımın arasında. Küller uçuşuyordu, hafif rüzgarda. Hissediyorum rüzgarı; tenimde, saçlarımda... Güneş bile doğuyorsa, her şey iyi olacaktı. Olmalıydı. 

Son bir kere daha çektim içime zehri. Sandalyeden kalktım ve aşağıya baktım. Gün daha yeni doğuyordu, sabahlamıştım. Son birkaç gündür yaptığım gibi. Derin bir nefes daha aldım ve içeriye geçtim. Mutfağa, kahvemi almaya geçtim. Zift rengi kahvem, bir o kadar da şekersizdi. O gittikten sonra hayatım siyaha bürünmüştü ve siyah O'nun en sevdiği renkti. 

🌙🌙🌙🌙🌙

Kahveyi bardağa doldurduktan sonra odama, masam geçtim. Kandil ışığını söndürdüm ve kahvemden bir yudum aldım. Masadaki mürekkep ve kağıtlar bana, ben ise onlara bakıyordum. Sürekli bir şeyler yazdım, bir şeyler karaladım. Sanırım ayıklayacağım. Temiz olanlar ve çöpe gidecek olanlar.

Derin bir nefes aldım, boğazımı temizledim. Tamam, başlıyoruz. Önce kalemleri toparladım bir kalemliğe, etraf şimdi daha düzgün görünüyordu. Kağıtları düzenlemem gerektiğini düşünüyordum. Öyle de yaptım. Dolaptan birkaç dosya çıkardım ve kağıtları uygun olanların içine koymaya başladım. Fakat, kağıtların arasından bir kağıt daha çıktı. Bana ait olmayan ama bana gönderilen bir kağıt. Benim yazmadığım ama bana yazılan bir kağıt. 

Elime aldım, kahvemle birlikte sandalyeme oturdum. El yazısı ile yazılan bir mektup. Gönderen kişinin ismi yok ama imzası var. Tarih ise çok geçmiş değil, yakın bir zaman. Hiçbir düşüncem yokmuş gibi bana  bunu yazan kişiyi de düşünüyorum artık. Lanet olsun! İmzası tanıdık gelmiyor. Düşün düşün... 

Derin bir nefes daha aldım. Bunu sonra incelemeyi düşünüyordum ama hayır. Şuan karşıma çıktıysa şuan incelemeliyim. Mektubu gözlerimle taradım. İsim yok, "sen" hitabı yok sadece "siz" var. Son derece saygılı bir yazı. Hitap bile "Madam!" diye başlıyor. Kim bana 'madam' diyor? Kimse! Harika, ne mükemmel bir ipucu (!). Düşün, Mahperi düşün, dikkatli düşün. Kim olabilir?

"Madam, o gün ki gördüm sizi. Kütüphanede, onlarca kitabın arasında bir şeyler karalıyordunuz. Sizinle tanışmayı çok istemiş bulundum, fakat mükemmel bir odağınız var ki yanınızdan birçok kez geçmeme rağmen kafanızı kaldırıp bakmadınız bana. Belki de bakmamanız daha iyidir benim için. Lütfen, o kütüphaneye gelmeye devam edin. Ve lütfen benim kim olduğumu düşünmeyin. Ben, kendimi göstereceğim size. Vakti geldiğinde, şayet vakti gelirse... Yüzünüz de isminizden mütevellit nur kadar aydınlık. Tekrar karşılaşacağımız güne kadar bekliyor olacağım sizi. Mutlu günler dilerim madam!"

Harika, uğraşacak yeni bir dert. kafamı kaldıracak gücüm de yok, buna ayıracak zamanım da.  Her kimse bunu yazan, asla umurumda değil. Olamayacak kadar da yabancı. 

🌙🌙🌙🌙🌙

Masamı topladım sayılırdı, yeterince düzenli görünüyordu. Demek istediğim, toplanmamış haline göre daha iyi görünüyordu. Kahvemden bir yudum daha aldım. Biraz dışarı çıkıp yürümeyi düşündüm. İyi geleceğini umuyordum. 

Üstümü değiştirmek için dolabıma yürürken aynaya gözüm ilişti. Tanrım! Kaç gündür uyumuyorum ben. Ucube gibiyim ve bunu kendime ben yaptım. Toparla kendini Mahperi, sen bu değilsin. 

Giyecek bir şeyler ayarladıktan sonra makyaj masama doğru yürüdüm. İnsandım ama insana benzemiyordum. Şimdilik, sadece şuan için hafif bir makyaj yapmam gerekiyor diye içimden geçirdim. Bir yudum daha kahve ve biraz aydınlatıcı. Derin bir nefes ve göz altı morlukları için fondöten. Tamam, sanırım... İdare eder. Çantamı hazırlayıp çıkacağım.

Binadan çıkınca yüzüme vuran serin hava kendime getirdi beni, derinlerde bir yerlerde kaybolmuş beni. Yürüyordum ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece yürüyordum. Kafamı boşaltmak istiyordum, zihnimi arındırmak istiyordum. Yürüyüş parkına gelince etrafa bakındım. Temiz havanın kokusu ciğerlerimi arındırıyordu. 

Yine yürüdüm, kocaman bir ağaca kadar yürüdüm bu sefer. O ağacın yanında çömeldim, sırtımı yasladım koca ağaca. Kim bilir nelere dayandı veyahut kim bilir ne kadar yaşlı... Kulaklığımı çıkarıp yavaş, seveceğim tarzda bir müzik açtım. Mırıldıyordum, müzikle birlikte. Bazen, bazı zamanlar ölü gibi hissediyordum fakat yine bazen, bazı zamanlar yaşadığımı iliklerime kadar hissediyordum. 

🌙🌙🌙🌙🌙

Kocaman, geniş gövdeli ağaç... Diğer tüm sesleri susturup sadece müziği duyuran kulaklıklarım... Omzuma dokunarak beni dürten bir el... Ne? Gözlerimi açmamla kulaklığımı çıkarmam bir oldu. "Kimsin sen?" diye sormuştum geri çekilerek. Gergindim, bunu belli etmek istemiyordum. "Ne dinliyorsun?" yanıma çömelmişti. Genç, neredeyse benim yaşlarımda bir beyefendi. Giyime ve görüntüsüne dikkat et tiplerdendi. Belliydi. Kulaklığın birini alıp kendi kulağına taktı. "Kimsin diye sordum ve bu ne cüret?" yeterince sinirliydim, bunu belli etmek istiyordum. "Wow, Golden Hour... Müzik zevkin güzelmiş." 

Gittikçe sinirleniyordum. Adamın biri gelip yanıma oturma cesaretinde bulundu ve kulaklığımı mı takıyor? Harika bir gün (!) Müziği kapattım. Yüzünü çevirdi, yüzüme... Gözleri, o kadar güzeldi ki, sadece bakmak bile yeterliydi kutsanmak için. Mavi gözler... Tabii ki de etkilenmedim.  Çömeldiğim yerden kalktım, üstümü silkeledim ve tek bir söz söylemeden yürüdüm. Başka bir yere değil, eve. Yeterince uykusuz hissediyordum ama uyumak istemiyordum. 

Sendeledim, adımı duyuyordum. Arkamdan, geriden, uzaktan. Sesleniyordu bana "Mahperi!" düştüğümü hissettim. Yumuşak, canımı pek acıtmayan bir yere düştüğümü hissettim. "Hayır, hayır bende kal. Aç gözlerini! Mahperi!"


Ay IşığımWhere stories live. Discover now