Regulus Black, on yaşındaydı. Peron Dokuz Üç Çeyrek'teki insan selinde ağabeyini bekliyordu. Annesinin elleri omuzlarında, onu saf olmayanlar, yarım saflar ve safkanlar dahil herkesten koruyordu. Bir kolona sırtlarını vermişlerdi. Önlerinden geçen kimse onlara yaklaşmaya cesaret edemezdi.
Gri gözleri gelen geçeni dik dik süzüyordu. Tepelere bakmayı bırakıp kendi hizasına indiğinde, aynı boyda olduğu yaşıtlarını görüyordu. Ağabeyini veya ablasını bekleyen küçük çocuklar. Hepsine burun kıvırıyordu; çünkü onun ağabeyi tüm ağabey ve ablalardan daha yetenekli, yakışıklı ve havalıydı. En iyisi, Black soyadını taşıyan kendi ağabeyiydi. Hiçbir çocuk Regulus kadar şanslı değildi, çünkü abileri Sirius Black değildi.
Hissetmiş gibi trenin merdivenlerinde gözüken Sirius'a çevirdi gözlerini. Bakışları buluştuğunda ağabeyi kocaman gülümsedi, ancak annesine baktığında ifadesi soluvermişti.
Hızlı adımlarla yanlarına geldi. Bagajını üstün körü bir kenara sallayıp Regulus'a sarıldı. Regulus'tan bir baş uzundu zaten. Bebek gibi sevilmek hiç hoşuna gitmemişti, yanaklarını sıkan ağabeyini ittirdi. "Tamam ya!"
Sirius kıkırdamayı bırakıp annesine döndü. Walburga'nın eli bir pençe gibi inmişti omzuna. "Hoşgeldin. Demek artık evimizde bir Gryffindor yaşayacak."
Dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını çattı Sirius.
Özür dilerim. Özür dileyeceğini zannetmişti Regulus. Annesinin sözleri karşısındakini zoraki özür dilemeye iter nitelikteydi. Kendisi olsa özür dilerdi. Neden dilediğini bilmeden.
Ama Sirius hiçbir şey söylemedi, bir süre sonra başını kaldırdı. "Binamı sevdim. İyi bir yer."
"Neye göre iyi?" diye hafifçe yükseldi Walburga'nın sesi. "Yılda sadece iki kez mektup yazmanı sağlayıp bizi unutturacak kadar mı iyi?"
Özür dilerim. Regulus özür dilerdi. İkiden fazla kez mektup yazmalıydım anne. Bu konuda annesini haklı buluyordu. Sirius'tan mektup gelmediği için üzülmüştü. İyi olmasını ummuştu. O yazmadığı için kendisi de mektup yollamamıştı, onu özlediği için bebek gibi zırladığını düşünmesini istemiyordu.
"Dersler yoğundu." dedi Sirius.
"Eve gidelim. Bunları babanla da konuş."
O akşam büyük bir kavga kopacağını biliyordu Regulus. Çünkü Sirius gerektiğinde geri çekilmeyi bilmezdi, devamlı üste çıkmaya çalışırdı, özür dilemezdi. Anne ve babası ise zaten kızgındı ona. Farklı binaya gittiği için, mektup yollamadığı için, ara tatilde gelmediği için. Kısaca klasik Siriusluğu için.
Odasına çıkıp yatağına oturmuştu. Aşağıdan sesler geldiğinde avuçlarıyla kulaklarını kapadı. Ne yapabilirdi? Kitaplığına ilerledi. Latince bir kitap alıp yeniden yatağına girdi. Her cümlesini anlayacak kadar iyi bilmiyordu Latince'yi. Umrunda da değildi. Durmaksızın okuduğu harfler, evdeki seslerin susmayacağını, sadece alışması gerektiğini kazıyordu beynine.
Dakikalar sonra Sirius her adımında basamakları sarsarak yukarı çıktı. Koridorun diğer tarafındaki odasına girip kapıyı çarptı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde kolunun dürtülmesiyle uyandı Regulus. Komodindeki şamdanın ışığından gelenin Sirius olduğunu hemen anlamıştı. "Hala karanlıkta uyuyamıyor musun? Bebek." diye kafasını parmağıyla itti ağabeyi.
"Hoşlanmıyorum. Sana mı soracağım?" Somurtarak cevap verdi.
"Kaysana."
"Saat kaç?"
"Uyudular. Baya geç. Kay hadi."
Üfleye püfleye diğer yana kaydı Regulus, aslında Sirius'u gördüğüne çok memnun olmuştu ancak onun bilmesine gerek yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
et cetera, et cetera
Non-Fictionkılavuz• I'm so full of trash, I need to spend less time stood around in social platforms waffling onto strangers all about literary arts and how much I respect them