The Mark

176 19 0
                                    

O çığlıklar, şimdiye kadar duyduklarımın en kötülerindendi.

 

Anılarıma sahip olmamama rağmen şimdiye dek çok fazla çığlık duymuş ve o seslerdeki saf acıyı her bir hücremde hissetmiştim ama bu bambaşka bir şeydi. İki metre boyunda- belki de daha uzun - ve oldukça yapılı olan; kirli sakallı; kalın sesli ve garip aksanlı adamdan yayılan çığlıklar beynimdeki kıvrımların arasında geziniyor, zihnime işleyerek bende harekete geçme isteği uyandırıyordu. "Her ne olursa olsun yardıma ihtiyacı var !" diye haykırmaktaydı iç seslerim ama ona yardım edebilecek kişi ben değildim. Deneyebilirdim, elimde olan malzemelerle tampon uygulayarak kanamayı durdurabilirdim ama acısını dindirebileceğimi sanmıyordum ve Brendon'ın gümüşi tabancasından çıkmış olan iki kurşun, devin testislerine denk geldiyse tamponun yeterli olacağından emin değildim. Dikiş atmak ve hormonal sisteminde herhangi bir sorun var mı yok mu diye kontrol etmek ve duruma göre uygun bir operasyonla onu tedavi etmek gerekliydi ama bunu kim yapabilirdi ki ? Burada olan hiç kimsenin bunu başarabileceğine daha doğrusu deneyeceğine inanmıyordum. Belki de Brendon gittiği anda devasa adamın kanamasını durdurmak için bir şeyler deneyebilirlerdi ama buradaki pisliğin içerisinde yarası enfeksiyon kapardı ve şimdi kanamadan ölmezse ileride bu yüzden ölürdü.

 

Sağ bileğime dolanıp beni kendisiyle birlikte yürümeye zorlayan parmakların kavrayış şekli ve boyutları aşina olduğum bir şeydi, Brendon'dan başkası değildi bu. Adımlarımız yine merdivenlere yönelirken aşağı inerkenkinin aksine normal bir tempodaydı ve bize katılan birisi daha vardı : Brendon tarafından kurtarılmış olan ufak tefek sarışın.

 

Gıcırdayan merdivenleri çıkıp odaya ulaştığımızda Brendon her zamanki gibi kapıyı kilitledi ve ağır hareketlerle bana doğru döndü. Tamam, kaldığımız yerden devam edecektik. Ve eğer devasa adama olan öfkesi hâlâ tam olarak geçmediyse benim için büyük bir tehlike var demekti. Onu durdurmak adına yapacak hiçbir şeyim yoktu her zamanki gibi. Geçmesini beklemekten başka.

 

"Eğer beni kızdırırsan neler olacağını anlamışsındır umarım." dedi usulca. Dehşete kapıldığımı hissediyordum ve tek dileğim dramatik birkaç göz korkutma cümlesi ile bitirmesiydi. 'Evet' anlamında başımı sallamak üzereydim ki dudaklarında zehirli bir gülümseme ile bana yaklaştı, gümüş renkli soğuk namluyu boynumda gezdirdi. Aşağıdaki iki metrelik herifi, bu akşam beni köşeye sıkıştırmış olanları ve daha kim bilir kaç kişiyi öldüren / yaralayan kurşunların çıktığı namlunun soğukluğu omurgamda bir ürpertiye neden oluyordu. Brendon gösteri yapıyordu. Her zamanki gibi. O tam bir sahne adamıydı ama ne yazık ki sahnede yarattığı zararın ölçüsünü önemsemiyor ve kendi dramatikliğini geliştirerek egosunu yükseltmek adına yaptığı her şeyden hoşlanıyordu. Şu anki hali de tam olarak buydu. "Küçük, değersiz kaçma girişimini de unuttuğumu ya da cezasız bırakacağımı sanma." deyişi ise görüşlerimi destekler nitelikteydi.

 

Birisi hafifçe boğazını temizledi, sarışın çocuktu bu. Sesi şimdi bir adım geriye çekilmiş ve namluyu uzaklaştırmış olan Brendon'ın sağından geliyordu. "Şey," dedi daha önce de duymuş olduğum şekilde alçak sesle konuşarak. Odanın yeterli aydınlatması altında görebildiğim kadarıyla siyah çerçeveli gözlüklerin arkasından bakan gözleri yeşil - mavi arası bir renkteydi, onu daha da şirin gösteriyordu. Oldukça sempatik bir görüntüsü vardı doğrusu. "Bu kim ?" diye mırıldandı sanki kaba olmaktan çekiniyormuş gibi.

 

Brendon'ın dolgun dudakları bir sırıtış ile aralanıyordu ve sol eli beni işaret ediyordu soruyu yanıtlarken : "Bu, Ryan." Eli ters istikamete - yani sarışına - doğru dönerken "Ryan, Patrick." Patrick. Evet, kesinlikle ama kesinlikle sempatik bir insan olmalıydı. Tabii görüntüsü ve ismine zıt biri değilse.

You're The Only Place That Feels Like HomeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin