'Neden sana söyleyeyim ki? Zaten beni öldürecek değilsin ve bir şekilde cezalandıracaksın. O halde söylemezsem ne olacağı umrumda değil.'
Sözcükler dudaklarının arasından fırladığında bu ani cesaretinden pişman olmaktan korktuğu belliydi. Önce kısık gözlerle ona baktım, ardından hafifçe sırıttım ve sakince: "Emin misin?" dedim. Bundan sonra söyleyeceklerimden korktuğunu ve itaat etmek zorunda kalacağını biliyordum ama yine de, her zaman olduğu gibi, işe biraz daha dramatiklik katmak adına hafifçe ona doğru eğilerek fısıldadım:
"Eğer derhal söylemezsen seni aşağıdakilere teslim ederim."
Bu cümle Ryan üzerinde beklediğimden daha da etkili olmuştu. Aşağıdaki azgın, vahşi ve aç kalabalığın ona yapabilecekleri şeyler zihnine dolarken dehşetle hafifçe inledi ve bir şeyler kekelemeye çalıştı. Birkaç saniye sonra konuşmaya çalışmaktan vazgeçip yavaşça sağ elini kaldırarak arkasında kalan pencereyi işaret etti.
Bir kez daha bu kadar aptal olduğum için kendime lanet ettim.
Pencereye doğru ilerledim ve hafif aralık olduğunu fark ettim. Uzanıp pencereyi kapatırken zihnimin bir köşesine çivi ya da benzeri bir şeyle pencereyi sabitlemem gerektiğini not aldım. Tam yeniden Ryan'a dönmüştüm ki alt kattan gelen her zamanki gürültünün aniden anormal derecede arttığını fark ettim. Hafifçe kaşlarımı çattım. Bir şeyler oluyordu. Büyük bir şeyler.
Kapıya ilerleyip açtım ve Ryan'ı bileğinden yakalayıp peşimde sürükleyerek hızlı adımlarla merdivenlere ilerledim. Bodruma indiğimizde bana oldukça tanıdık gelen bir manzarayla karşılaşmıştım: Vahşi kalabalık yine dev bir çember oluşturmuş, ortadaki iki kişiden birine -Dağ lakaplı dev herife- tezahürat yapıyordu. Anlaşılan yine kafasına esmiş, veletlerden biriyle oynuyordu. Ama diğer çocuğun kim olduğunu tam olarak göremiyordum. Hala sağ elimde duran tabancayı sıkıca tutarak kalabalığın arasına daldım ve önümde kimse kalmayana dek kalabalığı yararak ilerledim.
Dağ'ın salak salak gülerek üzerine gittiği, korku içinde geri çekilerek canını kurtarmaya çalışan çocuğu gördüğümde sakin olmak için çaba harcamadım bile. Bu akşamki işlerimin henüz bitmediğini anlamıştım. Hızla ortaya, açıklığa doğru fırladım ve Patrick'i kolundan tutarak karşısındaki devden uzaklaştırdıktan sonra Dağ'a dönerek öfkeli bakışlarımı üzerine diktim.
Sesler. Kalabalığın her zamanki azgın haline ek olarak daha da şiddetli, aç ve vahşi sesler. Buraya ilk geldiğimdeki - hayır, getirildiğimdeki yoğun gürültü ve istekli tezahüratları aratmayacak derecede yoğun çığlıklar, belli belirsiz bir ismin yankılanışı ve her zamanki gibi gürültüyü andıran bir uğultu. Aşağıda bir şeyler olduğunu anlamamak imkânsızdı. Benim gibi bir aptal dahi, hoş olmayan bir şeylerin olduğunu bilebilir veya tahmin edebilirdi.
Brendon pencereyi kapatmış, yeniden bana dönmüştü ki aniden durdu. Sesler miydi onu durduran ? Olabilirdi. Ama anladığım kadarıyla burada bu tarz şeyler 'normal' karşılanıyordu. O halde neden durmuştu ? Kaşları neden çatılmış, alnı neden kırışmıştı ? Bu iğrençlikle dolu yerde, ondan başka birisinin bunu yapması yasak ya da sakıncalı mıydı ? Eğer öyleyse neden sakıncalı kabul ediliyordu ? Onun ne farkı vardı ? Farkı ya da ayrıcalığı var mıydı ki ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You're The Only Place That Feels Like Home
FanficParçalanmış, yıpratılmış ve kendi kendini köşeye sıkıştırmış, kayıp bir zihin. Zarar görmüş, kendini duygulardan arındırmış bir ruh. Kaybolmuşluk ve acı. Öfke ve nefret. Ama bütün bunların kesişimi: Yalnızlık. “Benim adım Ryan. Nereden geldiğimi...