01

141 13 2
                                    

Kendime zaman tanımak için geldiğim kafe her zamanki gibi tek tük insanla doluydu.
Zaten bu yüzden sürekli geliyordum ya.
Kalabalıklardan oldum olası tırsardım.
Kalabalık derken sadece insan kalabalığından değil, düşünce kalabalığıdan ve aklınıza gelebilecek hiçbir kalabalıktan haz etmem.
Yanımda getirdiğim defter ve kalem de son zamanlarda en çok başımı ağrıtan düşünce kalabalığından kurtulmamı sağlar.
Zihnimi meşgul eden her şeyi kağıda çizip orada bırakırım, bir daha geri dönüp bakmam.

"Hoşgeldiniz efendim.
Ne istersiniz?"

Ah, bir de şu pembe, küçük not defteri ile her seferinde yanıma uğrayıp ne istediğimi soran kibar çocuk.

"Sert bir kahve."

Kocaman gülümsemesini asla yüzünden eksik etmeyen çocuk.

"Kabalık etmek istemem fakat sürekli aynı içeceği içmek sizi sıkmış olmalı.
İzin verirseniz size yeni bir lezzet sunayım."

Kocaman gülümsemesiyle saklamaya çalıştığı gözlerinin ardındaki tetirginliği anladığımda, rahatlatmak adına hafif bir tebessüm yerleştirdim pembeliklerime.
Ardından kafamı sallamakla yetindim.
Gözlerindeki tedirginlik anında gitmiş, yerine bir rahatlama ifadisi gelmişti.

"Hemen getiriyorum!"

Bir sincabı andırıyordu sanki.
Sürpriz siparişimi beklerken eskiz defterimin sayfalarını çevirerek çirkin çizimlerime göz gezdirdim.
Maksadım zamanın geçmesiydi.

"Şefin spesyeli.
Afiyet olsun efendim."
Benim zevkime göre fazla süslü olan tabağı ve bardağı masama koymuş ellerini önlüğüne siliyordu.

"Teşekkür ederim, afiyetle yiyeceğim."

Sagyıyla üst vücudunu eğerek karşıma oturdu.
Fazla garipser bakmış olacağım ki gergince açıklama yaptı.

"İlk defa sizin tadacağınız bir tarif olduğu için tepkilerinizi merak ediyorum.
Bu yüzden yanınıza oturdum fakat sizi rahatsız edecekse kalkabilirim."

"Hayır, hayır. Rahatsız olmam asla.
Tatlarına bakıp en objektif yorumu yapacağımdan emin olabilirsiniz."

Heyecanla kafasını salladı.

Çatalımı renginden dolayı sadece kahve veya çikolata aramalı olma ihtimali olan kremalı keke batırdım.
Çatalı ağzıma getirirken dikkatle beni izleyen çocuk her ne kadar rahatsız olmama neden olsa da ilk lokmayı ağzıma atmayı başarmıştım.
Damağımda dolaşan kahve aroması o kadar güzeldi ki, sanırım mest olmuştum.
Gözlerimin parladığını hissettim.

"Ne düşünüyorsunuz?
Beğendiniz mi?
Eksikleri var mı?"

Ben daha ağzımdakini tamamen yutamamışken heyecanla sorularını peş peşe soran çocuğa gülümsedim.
Ağzımı peçeteyle silip cevap vermek adına ağzımı araladım.

"Sanırım yeni favorimi buldum ve çoğu insanın favorisi olacağına emin olabilirsiniz."
Cevap vermese bile gözlerindeki ışıltı her şeyi açıklıyordu.

Küçük kahve fincanının kulbundan tutup dudaklarıma değdirdim.
Kızıl renkli çay boğazımdan aşağıya akarken hissettiğim sıcaklık ve şekerli tattan aldığım hazla gözlerim kapandı.
Ficanı yerine bırakıp lezzetli olduğunu belli edercesine mırıldandım.

Ellerini birleştirerek çenesinin altına yerleştirip dirseklerini masaya dayadı.

"Bundan beğendiğinizi anlamam gerekiyor, değil mi?"

Dediğinde kafamı salladım.
Bir süre daha oturduktan sonra kulaklarımızı dolduran çan sesi yeni müşterilerin geldiğini anlamamızı sağlamıştı.

"Size afiyet olsun."

Yarım bir şekilde ayağa kalkmış, izin ister gibi bakmıştı.
Kafamı salladım ve teşekkür ettim.

Aynı neşeyle gelen diğer müşterilerle ilgilenmeye koyulmuştu.
İşini severek ve hakkıyle yaptığı belliydi.

Önümdeki defterde kaldığım sayfayı açıp aklıma gelen ilk şeyi çizdim.

Müşterileriyle ilgilenen sincap çocuk eskiz defterimde yeri olmasına ihtimal verdiğim en son şey bile değildi.




Mary On a Cross-SeungSungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin