Olayın üzerinden 6 ay geçmişti ve şehir eskisi gibiydi. Uluyan köpekler, kenarda sarhoş bir şekilde uyuyan insanlar.
Yine o sabah erkenden kalkıp karakola doğru yola koyuldum. 6 ay geçmesine rağmen en yakın dostum thomas'ın ölümünü atlatamamıştım. Yakını olduğum için en başta bu davayı bana vermek istemeseler de o bir şekilde bu davayı aldım. Kendimi sorumlu hissediyordum ve nedenini de bilmiyordum.
Karakola geldiğimde içeride bir kargaşa olduğunu gördüm.
"Steven! Bu karmaşıklık ne topla şunları hemen."
Zavallı steven, beni görünce eli ayağı daha çok birbirine dolandı.
Yanlışlıkla thomas'a ait olan kağıdı sandalyenin ayağının altından almaya çalışırken kopardı.
"Siktirrr, yanlışlıkla yırttım"
Aceleyle steven'ın elinde 2 parçaya bölünmüş olan kağıdı alıp steven'a ölümcül bakışlar atarak onun mutfağa gidip kahve yapmasını söyledim.
Sandalyeye oturarak kağıdı yan yana koyup thomasla alakasini anlamaya çalıştım fakat çizimler bana pek yardımcı olmuyordu.
Üstünde tuhaf çizimler olan bir kağıttı bu. Şekillerden anlayabildiğim sadece yıldız olanlardı. Onlar da yamuk yumuk çizilmişti.
"Steven, kahvem nerede kaldı?"
"Patron şimdi getiriyorum"
Kahvemi getiren stevena tam teşekkür edecekken üstüme dökülen sıcak kahvenin etkisiyle küfür ettim.
"Sikik kafalı bu da ne böyle? Kaynar kahve mi!"
Canımın acısından ne dediğimi de bilmiyordum. Steven hemen bez getirdi ve bana verdi. Yanmıştım ve o bana bez getiriyordu. Tanrı bugün beni sınıyor olmalıydı.
Stevena bağırarak uzaklaşmasını söyledim. Dolu gözlerle yüzüme bakıp mutfağa doğru ilerledi. Yanmanın etkisiyle kağıdı unuttuğumu fark ettim.
Odama gidip üstüme yeni bir gömlek giyip sandalyeme geri oturdum. Kağıdı biraz daha inceleyerek ne olduğunu anlamaya çalıştım fakat bir türlü anlamadım.
Çalan telefon sesi tüm dikkatimi bozmuştu.
"Alo? Boris, acilen eve gelmen gerek. Aman tanrim kocaman bir sey bu. Siktir yürüyor. Çocuklar kenara gecin. Acilen gelmen gerek evde kocaman bir fare var!?"
Evdeki fare için beni aramaları olağan dışı değildi. Daha geçen yaz evdeki kelebek için olay yerinin tam ortasında beni arayan alice beni hiç şaşırtmadı.
Kağıdı dolabıma koyup dolabı kitledim. Kabanımı alıp mutfağa uğrayarak su içmek istedim.
Kenarda köşede ağlayan ve sümükleri akan steven'ı görünce sanırım biraz üzüldüm.
"Şey o an canım yanınca biraz küfür etmiş olabilirim."
Dediklerimi duyan steve bir an ayağa kalkarak daha cok aglamaya başladı.
"Biraz mı! Çok ağır konuştun patron. Bir kere ben sikik kafalı değilim." Dedi
Söyledikleri biraz vicdan azabı çekmeme sebep olsa da gülmedim değil.
"Özür dilerim. Bilirsin insanin canı yanınca çıldırabiliyor"
Sözlerimi duyan steve birden bire bana sarıldı ve teşekkür etti. Ben de ona sarıldım ve bir şey olursa bana haber vermesi gerektiğini diğerleri gelince beni araması gerektiğini söyleyip çıktım.
Arabamın anahtarını çıkartırken yere düşürdüm. Anahtarı alıp tam kalkacakken yerdeki kırmızı renkli sıvıyı gördüm. Kan olup olmadığından emin olmak için parmağımla biraz alıp kokladım. Ve bu gerçek kandı...
Ne kanı olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Fakat pek umursamadim. Muhtemelen avlanan bir hayvanın avının kanı veya yarali bir hayvanın kanıydı. Anahtarla beraber hızlıca arabama bindim ve eve doğru yola koyuldum.
"Tanrı aşkına luke şu fareyi sevmeye çalışma. Isırabilirr"
Eve girdiğimde alice koltukta luke ve emma fareyi tutup sevmeye çalışıyorlardı.
Hemen alice'in yanina gidip sakinleşmesi gerektiğini söyledim.
Farenin o kadar büyük olmadığını biliyordum zaten. Dediğim gibi alice biraz abartmayı sever :)
Çocukları annelerinin yanina gitmeleri için ikaz ettikten sonra fareyi nasil yakalayabileceğimi düşündüm.
Fare kapanı kurup bir süre beklesem nolur ki diye düşündüm fakat hem onun canı acır hem de alice hiç bekleyecek gibi durmuyor.
Saçma bir şekilde fareye yaklaşıp onu tutmaya çalıştım. Alice bu hareketimi görünce çığlık atmaya başlasa da fareyi ilginç bir şekilde tutabildim.
Kapıyı açıp baya bi yürüdüm ve en sonunda evden baya uzak bir araziye fareyi bıraktım.
Geri döndüğüm anda pantolonumun paça kısmında bir ağırlık hissettim. Fare pantolonumu çekiştiriyordu. Onu tekrar elime aldim ve yere bıraktım fakat fare az önceki gibi ayağıma doğru geldi.
"Hadi ama daha eve gidip alice'i sakinleştirmem gerek"
Fare birden bire bacağıma doğru tırmanmaya başladı. Her ne kadar hayvanları sevsem de bir farenin bacağıma tırmanması pek hoşuma gitmemişti.
Bir şekilde onu buraya bırakıp eve gitmeliydim. Fakaf fare tam aksini istiyor gibiydi.
Tiksinerek ayağımı salladım ve fare yere doğru düştü. Bir süre cansız kalınca aşırı korktum. Elime aldım ve nabzını kontrol etmeye çalıştım. Fakat nabzı atmıyordu.
Birden bire canlandı ve işaret parmağımı ısırdı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Fare ise tam gaz kaçıyordu. Saçma bir şekilde parmağımı tutarken o fareyi kovalamaya başladım.
10 dakikanın sonunda fare beni hiç bilmediğim bir yere getirdi. Ağaçlar vardı baya ve üstünde çiçek vardı.
Kış ayında ne çiçeği diye bir an sorguladim. Fakat umursamadım.
Ama geldiğim yer gerçekten büyüleyiciydi. Çiçekler çok güzeldi. Onlara o kadar dalmışım ki farenin omzumda durduğunu kulağıma doğru "ileri" diye fısıldadığında anladım.
Yaşadığım şey akıl almaz bir şeydi. Fare ısırdı diye halüsinasyon gördüğümü sandım. Fakat fare ikinci kez "ileri" diyince bunu gerçekten dediğini fark ettim.
Fareyi tutup omzumdan atmaya çalışıyordum fakat çok hızlı davranıyordu. Ben de onun aksine çook yavaş ve hantaldımm. Resmen üstüme bir ağırlık çökmüştü.
Üçüncü kez "ileri" diyince vücudum istem dışı yürümeye başladı. Gitmek istemiyordum fakat bacaklarım götürüyordu.
Yürüdükçe çiçeklerin ve ağaçların çoğaldığını fark ettim.
Karşımda kocaman dümdüz bir taş vardı. "Uzan" diyen sesle birlikte istemsiz bir şekilde uzandım.
Yüzüm gökyüzüne doğru bakarken birden bire ağzıma beyaz bir çiçek sokuldu.
5 çift el resmen çiğnemem için ağzıma tıkıyordu çiçeği.
Bir süre dirensem de en sonunda çiğnemek zorunda kaldım.
Hareketsizdim ve kalkamiyordum. Eller de baskı yapmiyordu. Kafamı bile çeviremiyordum. Yavaş yavaş nefes alamamaya başladım. Nabzım gittikçe düşüyordu. Göz kapaklarım bana ihanet edercesine kapanıyordu. En son duyduğum ses ise anlamadığım bir dile söylenen bir sözdü.
"Dii justi semper sunt."
(Tanrılar her zaman adildir.)Ayayayayay bu kitaba uzun zamandir baslamak istiyordum. Bugüne kismetmiss. Cok acemiyim biliyorum ama kafamdaki şeyleri yazıyorum. Eksik gördüğünüz noktaları söyleyebilirsiniz🫶🏻🫶🏻🫶🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum
ActionEn yakın arkadaşının cinayetini araştıran boris, tuhaf ve bir o kadar da korkunç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır. Rusyanın tomsk şehrinde geçen bu olay, neredeyse tüm şehir için artık korkunç bir hâl almaya başlamıştır. Tarikatlar, gizemler, ka...