Ne kadar zaman geçti veya ne ara buraya düştüm hiç bilmiyorum ancak yıllardır bu sonsuz boşlukta öylece süzülüyormuş gibi hissi aklımdan hiç çıkmıyordu. Sonsuz karanlığın, sonsuz sessizliğin ve sonsuz boşluğun birleştiği bu ucu bucağı görünmeyen, gözlerimi açmayı geç kılımı bile hareket ettiremediğim bu yerde yeni kehanetin tamamlanarak bilincime aktarılmasını bekliyordum. Acı vericiydi, ancak bu sonsuz boşlukta tepki vermek imkansızdı. Elimden gelen tek şey, arada gelip giden bilincimle birlikte zaman kavramından bihaber, kehanetin bir an önce tamamlanmasını beklemekti.
İşin garip kısmı, normalde kehanet de alıyor olsam, bilincimi kaybettiğim an kendimi Luna'nın bilinç boşluğunda buluverirdim, ancak şu an ondan bile çok uzaktaymışım gibi hissediyordum. Garip olmasının sebebi de bunun, kendi hayat bir organınızın sizden uzaklaştırılması gibi bir şey olmasıydı. Luna'nın bilinç boşluğu anlaşma gereği benim ruhuma bağlıydı; ben ölene kadar benden ayrılamazdı, ve bu da bipolar bir yaşam anlamına geliyordu. Yani buna rağmen ondan uzak hissetmem de hiç normal değildi.
O sırada bir dalganın beni başka bir yöne sürüklemesini andıran ve bedenimdeki tüm acıdan beni uzaklaştıran garip bir hisle gözlerimi açtığımda, kendimi ayakta durur vaziyette ve başka bir dünyaya aitmiş gibi görünen bir manzaraya bakarken bulmuştum. Üzerimdeki düz beyaz elbise ve açık saçlarım, hafif hafif esen ılık rüzgârın etkisiyle dalgalanıyordu. Güneş olmamasına rağmen gökyüzünde o kadar fazla yıldız vardı ki güneşin yokluğunu aratmıyordu, ayrıca ayaklarımın altındaki okyanus da sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünmesine rağmen ayakta durabiliyordum ve suya temas eden ayaklarım da dahil hiçbir yerim bir gram ıslak değildi.
Bulunduğum yerin hiçbir dünyaya ait olmadığını hissettim, ama bir bilinç boşluğu için de fazla gerçekçi hissettiriyordu.
Arkama döndüğümde, okyanus ve gökyüzünün kesiştiği noktayı bile ayırt edemediğim bu sonsuza dek uzanıyormuş gibi görünen yerde, sadece iki yüz adım ötemde duran bir ağaç fark ettim. Bu, kehanet ağacının neredeyse birebir aynısıydı, sadece bizim kehanet ağacının iki veya üç katı daha büyüktü. Bunun dışında fark ettiğim diğer bir detay, ağacın hemen önünde, ağacın gövdesine tek bir elini koymuş olan on- on üç yaşlarındaki siyah saçlı bir kız çocuğuydu.
Kıza seslenmesem de, sanki benim burada olduğumu biliyormuş gibi başı ağır hareketlerle bana dönerken ona doğru bir adım atmamla birlikte ayaklarımın altındaki okyanus birden beni yutmuş ve derin bir nefes alarak rüyadan uyanmıştım.
"Vay canına, bu sefer gerçekten ölüyorsun sandım." Diye başımda hayretle konuşan Luna'yı gördüğümde ise tam olarak uyanamadığımı anlamış ve içten bir oflamayla birlikte arkama dönerek yerde uzanmaya devam etmiştim. O ise "Bunu nasıl yaptın? Ayrıca tam olarak ne yaptığını da merak ediyorum. Tam olarak üç gündür bu haldesin, en sonunda ruhun bedeninden bir anda kaybolunca sonunda öldüğünü düşünmüştüm ancak bir anda geri geldin. O arada sana ne oldu?" diye sorularını sıralamaya ve meraklı sesiyle konuşmaya devam edince başta onu dinlemesem de, beni şaşırtan bir gerçekle birlikte ona dönerek "Kaç gündür uyuyorum?" diye hem emin olmak isteyen hem de inanmak istemeyen bir ses tonuyla sormuştum. O da klasik iş gülümsemesiyle birlikte üç parmağını havaya kaldırarak "Üç gündür hayvan gibi uyuyorsun." Diye cevaplamıştı beni.
Burada uyandığımdan beri başıma saplanan ağrı zaten sinirlerimi geriyordu, üstüne bir de böyle bir sıkıntı çıkmıştı. En azından güç bela zindan bossunu yenmeyi başarmıştım, yoksa şu an stresten kendimi yemeye başlardım.
Son hatırladığım şey, zindan bossuyla kafa kafaya girişimizdi ve o ara ağır yarallı olsam da az çok bossun öldüğünden emin olduğumu ve rahat bir nefes vererek bilincimi kaybettiğimi biliyordum ancak en azından zindandan çıkıp gün yüzü görene kadar da bilincim açık kalsaydı daha güvende hissederdim. Yine de şu anda elden bir şey gelmeyeceği için, yeniden Luna'ya kıçımı dönerek yerde uzanmaya devam ettim ve bedenimdeki bu can sıkıcı acının geçmesini bekledim. Aslına bakarsak, kehanet alıyormuşum gibi bir ağrı yoktu, ancak ölmesi gereken bazı karakterler hayatta kaldığı için kehanet değişmiş ve ağır yaralı bedenim de yenilenen kehaneti kaldıramadığı için hasta olmuş olmalıydım. Yani yeni kehanet bilincime yüklenmiş olmalıydı, sadece şu an Luna'nın bilinç boşluğunda olduğum için kehaneti uyanınca yeniden hatırlayacaktım. Kehanet değişse bile kehaneti yeniden alırken o ağrıya tam anlamıyla maruz kalmadığımı fark etmek, beni biraz rahatlatmıştı, ta ki Luna'nın her bir cümlesinde belimi dürterek "Hey. Hey. Yine mi uyuyacaksın? Hey. Bana ne olduğunu anlat. Hey. Uyan. Sıkıldım. Hey. Gerçekten anlatmayacak mısın? Hey. Sana diyorum. Heeeey..." diyerek beni rahatsız edene kadar.