Another Day In Paradise, Phil CollinsOturduğum sandalyenin kol kısmından kendimi hafifçe yere sarkıtarak hemen yanıma bıraktığım kadehi aldım. Cam kadehi dudaklarıma götürüp kırmızı şarabın dudaklarımın arasından sızmasına izin verdim. Ağzıma yayılan kekremsi tat geride uyuşuk bir his bıraktığında gözlerimi kapatıp başımı geriye atarak boş tavana bakarken buldum kendimi. Salona yayılan müziğin sesi usulca balkona da sızıyor, tercihi yalnızlığımı gizli bir nezaketle sonlandırarak bana eşlik ediyordu.
Bedenimi korkulukların ardındaki manzarayı görebileceğim bir şekilde çevirerek sırtımı koltuğun balkon kapısına yakın olan kenarına yasladım, dizlerimi de aksi yönde kalan kenardan sarkıtarak kendime rahat bir pozisyon bulmak için biraz kıpırdandım. Bakışlarım siyah korkulukların ardından görünen şehir manzarasına dönerken düşüncelerin de bakışlar kadar kolay yönlendirilebilmesini diledim içten içe.
Derin bir nefes çektim içime. Çektim ki rahatlayayım dedim, ciğerlerime dolan nefes bana iyi gelsin istedim. Düşüncelerin yönlendirilemediği gibi, istekler de hiçbir şeye yön veremiyordu. Aldığım nefes sanki dudaklarımın arasında bir sigara varmış da ondan çekmişim gibi gelmişti bana. Öyle karamsar, öyle zarar vericiydi her nefes artık, göğsümle yaşamın arasında kalan ince ipi kesip acıya son verme isteği yavaşça aklımda boy göstermeye başlıyordu . Eğer o ipin ucundaki düğümler bu kadar sıkı, düğümlerin nedenleri bu kadar keskin olmasaydı belki bu istek daha gerçekçi olabilirdi. Sanki bu hissi, o soluğu bedenimden atarak savabilecekmişim gibi sertçe bırakmıştım dudaklarımın arasından. Yangınlarımı söndürür gibi, damarlarımda gezen zehri tükürür gibi üflemiştim o nefesi.
İşe yaramadı. Ne aldığım şuncacık alkol beni, aklımı yeterince uyuşturdu ne de aldığım derin nefesler temizledi beni, ruhumu. Damarlarımda dolaşan kanın akışı beni rahatsız edecek kadar hissedilir olmaya başlamıştı saatler ilerledikçe. Belki de sadece kanıma karışan alkol yakıyordu damarlarımı yavaşça, bilmiyordum. Ardı ardına vuran ılık esintiler dağılan saçlarımın birkaç tutamını hareketine katarken gözlerim kapanıyordu bir yanma hissiyle.
Gözlerim kaldıramamıştı demek ki tanık olduklarını. İstemiyorlardı daha fazlasının önlerine çıkmasını.
Dayanamıyorlardı artık belki de. Yirmi dört yıldır dayandıkları beden onları şaşırtıyordu artık.
Alkol direnci olmadığının farkında olduğu için özel günlerde bir kadeh şarabı zor içen kadının, birkaç saat içerisinde bir şişe bitirecek kadar sarhoşluğun getirdiği uyuşukluğu arzulamasıydı onları şaşırtan aslında.
Salondaki hoparlörden kulaklarıma akan müzik sesiyle ruhumun çatlaklarının dolduğuna inandırmıştım kendimi. Kırıklarından sızdıran ruhum sanki küçücük bir doz ilaç alabilecekmiş gibi müzikle iyileşmeye çalışıyor, kırıklarından akanları her yeni gün geri getirmeye çalışıyordu.
İhtiyaçla koltuğun yanına bıraktığım şişeye uzandım. Ağzından tuttuğum şişenin hafifliği dibini gördüğümü bana açıkça gösterirken bir umut içine bakmıştım şişenin.Bir damlanın varlığının düşüncesinden umutlu olmam, dibini gördüğüm tek şeyin şişe olmadığını haykırıyordu.
Sesli bir nefes verdim önce. Ardından kirpiklerimi birbirlerine sertçe yaslayıp saniyeler sonra geri açtım gözlerimi. Bozulmaya başlamış görüşümün düzelmesiydi bu hareketin amacı. İşe yaramamasıyla pes edip yavaşça kalktım. Gözlerimin kararması ve başıma ince bir ağrı girmesiyle gözlerimi kapatıp yavaşça ağrının geçmesini, gözlerime acı veren kara bulutun dağılmasını bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kadehlerce
RomanceKadehlerce zarar vardı bende. Kadehlerce gözyaşı, kadehlerce kan... O kadehler birer birer devrildiğinde, içlerindekiler de birer birer ruhuma sıçrıyordu. Kadehlerden geri kalan kırıklarsa, ruhuma saplanıp kesiklere neden oluyordu. Can kırıkları olu...