Kan ter içinde son final sınavını da zille beraber hocaya teslim edip en arkada oturduğu yerinden kalktı ve anfiden çıktı genç adam. Bu seferki yeterince zordu ve yetmiyormuş gibi bir de İngilizceydi. Yurt dışında okuduğu için rahatlıkla İngilizce konuşabiliyor ve anlayabiliyordu ama sınavlara gelince sanki cümlenin anlamı devrikleşiyor, harflerin yerleri karışıyordu.
Arkadaşlarla yaptığı uzun sınav muhabbetinden sonra sıkılarak kantine indi ve kendine bir cappucino söyledi. Hemen arkasından telefonunu çıkardı ve rehberden annesini aradı. Uzun bekleyiş ardından, ya da çok bunaldığı için kendisine öyle gelmişti telefon açıldı. ''Anne, nasılsın?'' dedi genç adam kendisini doğuran kadının sesine hasret bir şekilde. Yaklaşık yarım saatlik bir konuşmanın ardından anne nasihatleriyle, oğlu da kendisine dikkat etmesi gerektiği cümleleri dile getirdikten sonra telefonlarını kapattılar.
''Hey! Çınar'' dedi yine o tanıdık ses. Çınar da oturduğu sandalyeyi geri iterek arkasını döndü ve topuklu ayakkabılarıyla zor yürüyen kıza gülümsedi. Çınar'ın bu okuldaki üçüncü senesiydi ve en başından beri yanında Ecrin vardı. Ne kadar güzel olsa da asla ona sevgili gözüyle bakmamıştı. Gerek mini elbiseleriyle gerek kırmızı, siyah rujlarıyla gerek de topuklu ayakkabılarıyla Çınar'ın tarzına uygun değildi zaten. Evet eğer bir kız güzelse bunu sadece sevdiği erkeğe açmalıydı, başka erkeklerin kendi bacaklarına bakmasına izin vermemeliydi. Asla bir kız hep pantolon giysin demiyordu elbette ama Ecrin daha çok mininin de minisi giyindiği için Çınar'ın bazen gözü, frikik verdiği yerlere kayıyordu. Zaten çoğu kez de Ecrin'e anlam veremiyordu genç ve yakışıklı adam. Hakkariliydi kız, belli töreleri vardı ama o yurt dışında okuyordu ve erkeklerle birlikte olmaktan zevk duyuyordu. 'Esasında iyi bir kız.' diye düşündü Çınar. Esmerdi ve simsiyah gözleri vardı. Sütun gibi bacakları ve uzunca bir boyu vardı. Çınar'ın tam çenesine geliyordu. Genç adam bir an düşüncelerinin bu kadar ileri gittiğine sinirlenip kafasını sağa sola salladı ve arınmaya çalıştı. Bacakları güzelse de umurunda olmamalıydı.
''Nerelere daldın?'' dedi Ecrin kalın sesiyle. Kalın sesi onun Doğulu olduğunun diğer bir kanıtıydı aslında. Ona da yakışıyordu bu ses tonu. Çınar gözlerini bir kaç saniyeliğine kapattı ve derin bir nefes alarak geri açtı. Hayır düşünmemeliydi, 'Ecrin senin dostun,ahmak!' diye azarladı kendini içinden. Öyleydi de dostuydu.
''Finali düşünüyordum, tam anlamıyla kaostu.'' dedi Çınar tekrar finali aklına getirerek. İkisi birlikte masaya oturduklarında Çınar bir tane daha cappucino söyledi ve sınav hakkında konuşmaya başladılar. Uzunca bir konuşmanın ardından Çınar konuyu kapatıp Türkiye konusunu açtı. Ecrin'in de memleketine dönmesini istiyordu ama Ecrin kararlıydı. Cehennemine gitmeyecekti!
''Onlar senin ailen Ecrin, hiç değilse gidip anneni görmelisin.'' dedi Çınar ikna edici konuşmasına bu cümleyle başlayarak ve devamını getirdi. ''Bak... Ihmm. Nasıl desem, her zaman fikirlerime uydun ve şimdi de uymanı istiyorum.'' Ecrin ağzını açtığında Çınar elini sus işareti yaparak devam etti. ''Beni bölme ve dinle. Farkında mısın? Benim bir babam yok. Bir tek annem var ve her saniye onuda kaybetme korkusuyla yaşıyorum ve bu duygu çok korkunç bir şey. Şimdi bu yaz en azından gideceksin ve aileni göreceksin yoksa tıpış tıpış ben götürürüm haberin olsun.'' dedi ve derin bir nefes aldı. Gerçekler bunlardı işte. Daha geçen sene babası ölmüştü ve ne kadar acı çektiğini Ecrin biliyordu. Bunu bile bile ailesinin yanına gitmemesi çok anlamsızdı.
''Biletleri alıyorum o halde.'' dedi Çınar Ecrinden ses çıkmayınca. Tanıyordu Ecrin'i, onun susuşu da bir kabullenmekti. Kabul etmişti ailesine gitmeyi.
Bir kaç hafta geçmiş Ecrin çoktan Hakkari'ye dönmüştü ve sıra Çınar'daydı. Bavulunu görevliye teslim etmiş uçaktaki yerini almıştı ve heyecanla annesini görmeye gidiyordu. 4-5 saatlik bir yolculuğun ardından İstanbul'a iniş yapmıştı ve buradan da otobüsle Balıkesir'e geçecekti.
Mahallesine geldiğinde sevinçle etrafa gülücükler saçtı. Geçen seneden sonra çok fazla değişmişti. Sigarayı bırakmış, spora gitmiş ve kas yapmıştı. Ayrıca giyim tarzını değiştirmiş, daha çok siyah giyiniyordu. Gözlerinin zaten mükemmel denecek kadar kahverengiliği vardı. Bu renge en çok annesi bayılıyordu. Sahi, nasıl severdi annesi onu? 'Benim fındık gözlü oğlum.' Bu aklına gelince daha bir sırıttı.
Sitenin kapısından geçip C bloğa doğru yürüdü. İyice heyecan sarmıştı Çınar'ı. Sonunda uzun parmakları zile basabildiğinde sağ ayağıyla ritim tutuyordu. Kapının rahatsız edici sesinden sonra açıldı ve Çınar koşarak ilk kattaki evinin, kapısının önünde bekleyen annesine sarıldı. Bu sarılma bir yılın hasreti idi. O kadar çok özlemişti ki. Şimdi bolca vakit geçirip
özlem geçireceklerdi. Annesi ağlamaya başlayınca Çınar da gülmeye başladı. Annesi çok duygusaldı ve bazen Çınar'da duygusal olabiliyordu. Hele ki aşk konusunda tam anlamıyla duygusal çocuğa bağlayabilirdi. İçeri geçtiklerinde Çınar bavulunu odasına koydu ve annesinin yaptığı yemekleri yemeye başladı. İngiltere'de ana yemeği yoktu ki, çok özlemişti annesinin yemeklerini. Çınar en son höşmerimi de yerken zile basıldı ve alacaklı gibi kapıya biri vurmaya başladı. Çınar farkında değildi ki o saniyeden sonra hayatı bambaşka bir boyuta geçecekti. Yıllar sonra bunu kendisi de söyleyecekti, 'hayatımın dönüm noktası kapının ziliydi.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH VE PİYON
Teen FictionBir insanın hayatının dönüm noktası hangi olaydır? Çınar'ın dönüm noktası kapısına gelen genç kız, Ashly Melanie oldu. Çınar Dağhan, büyük bir oyunun başrolüydü. Yalnız bir durum vardı ki dönen oyundan asla haberi olmayacaktı. Ashly.. Bal sarısı r...