Bölüm 2

24 5 16
                                    

Askerler durmaksızın büyük bir merakla bize yaklaşmaya devam ediyordu. Aklımda hâlâ oluşturduğum seçenekleri değerlendiriyordum. Aslında hiçbir durumda sadece kız ölmeyecekti. Bunu anladım. Çünkü kızın yanında sadece ben varım yani neler olduğu anlaşılacaktı.

Bu yüzden kaçmaya karar verdim. Kaçarsam en azından yaşama ihtimalim vardı. Korkudan titriyordum. Adımlarım güçlü değildi. Her an düşecekmiş gibi hissediyorum. Ama pes edemezdim. Bebeğin bu aşamada ağlamaması işime geliyordu. Tabii bu yaşayıp yaşamadığı konusunda beni yanılgıya sokuyordu. Onu kontrol etmek için sürekli yavaşlıyordum.

Bir süre nereye gittiğime bakmadan sadece koştum. Arkamdan kimsenin gelmediğini anlayınca bir ağacın altında durdum. Dinlenirken aynı zamanda bebeği inceliyordum. Bembeyaz teni siyah saçları ve kehribar rengi gözleriyle âdeta "Ben farklıyım!" diye bağırıyordu. Ama daha şimdiden gözlerindeki o gücü okuyabiliyordum. Bunun iki sonucu olabilirdi. Bu bebek bana ya bela olacaktı ya da karşıt element ülkesini bitirmek için kozum olacaktı.

Aradan çok geçmeden cevabı vermiş oldu. Altında oturduğum ağaçtan düşen yapraklardan biri mavi bir alev ile yanmaya başladı. Bebeğe baktığımda gözlerinin artık kehribar rengi değil kan kırmızısı olduğunu gördüm. Bebeğin tarafı belliydi bana bela olacaktı. Onu eğer su-hava krallığına götürürsem herkes onun melez olduğunu anlardı. Eğer bu ülkede kalırsam ben yakalanırdım.  Bebeğin yaptığı minik ateşi bile söndürmem normalinden daha uzun sürmüştü. Bu hiç hayra alâmet değildi. Fakat düşünmek için vaktim yoktu.

Hava kararmak üzereydi ve ormanın ortasında gece bulunmak hiç mantıklı gözükmüyordu. Kafamda kısa bir hesaplama yaptığımda kendi ülkemin sınırına yaklaşık yarım saatlik bir yolum olduğu kanısına vardım. Yola çıkmanın daha iyi olduğunu düşünüp sınıra doğru ilerlemeye başladım. Yolda ise çocuk ile ilgili ne yalan söyleyeceğimi düşünüyordum. Kehribar rengi gözleri bizden olmadığını kesinlikle belli ediyordu. Fakat gözleri sürekli renk değiştiriyordu. Ağlamak üzereyken gözleri mavi olmuştu. Eğer onu yine ağlatabilirsem belki sınırı geçebilirdim.

Ölmek üzereyken doğum yapan bir askerin çocuğu olduğunu söyleyecektim. Sınıra yaklaştıkça kalbim daha hızlı atmaya başladı. Bunu kontrol altına almalıydım ama olmuyordu.

Sınıra yaklaşık 100 metre kala orman bitiyordu. Orman bitmeden önce bir ağacın arkasına saklandım ve nabzımı yavaşlatmak için uğraştım. Bir süre sonra nabzım normale dönmüştü. Ağacın arkasından çıktım ve sakince yürümeye başladım.

Sınırda 2 asker vardı. Biri daha uzun ve iriydi öbürü ise bir askere göre biraz çelimsizdi. Yanlarına yaklaşığımda önce bir asker selamı ile karşıladılar beni. Fakat kucağımdaki bebeği görünce yüz ifadeleri değişti. "Komutanım bu bebek nereden çıktı?". Bu soru iri olandan gelmişti. Şansıma bebek ağlıyordu. Bu yüzden yalanım işe yarayacaktı.

"Savaşın ortasında doğum yapan bir askerimizi gördüm. Çocuk doğduktan hemen sonra öldü. Bebeği ben aldım ve buraya getirme kararı aldım. Bir sorun mu var?". Bu kadar rahat yalan söyleyebildiğime şaşırmıştım.

Gelene kadar düzene oturmayan kalp atışlarım yalan söylerken hiç şaşmamıştı düzeninden. Çelimsiz olan öbür askere ters bakışlar atarak "Komutanım hiç sorun olur mu. Siz böyle uygun gördüyseniz doğrudur" gibi bir şeyler söyledi ve bana yolu açtı.

Ülkeye girmişim ama kendi evime gidemezdim. Bebek bir süre sonra dikkat çekerdi. Bu yüzden ülkenin en tenha yerlerinden birinde bir ev satın aldım. O gün derin bir araştırmaya girdim. Ateş ile zarar görmeyecek ev eşyaları aramaya başladım. Aynı zamanda yanmayacak şeyler almalıydım. En azından bebek gücünü kontrol etmeye başlayana kadar.

Elementlerin LanetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin