sarhoşken verilen sözler gibi kaybolduk mu

735 82 17
                                    

beş gece.

tam beş gece geçti üzerimizden. zamanında sessizce terk ettiğim odayı tekrar tekrar ziyaret ederken yüzüm asla kızarmıyordu. kapıda karşılanıyordum büyük bir ilgiyle ve onu soluksuz öpücükler kovalıyordu.

derslerimiz olmadıkça kendimizi yurdun kuytu köşelerine atıyor, birbirimize sırnaşıp sevdiğimiz şarkılardan bahsediyorduk. ferdi'nin her şarkı için kafasında ufak senaryolar kurduğunu da arka bahçedeki bankta oturduğumuz bir öğlen vakti öğrenmiştim. garip biriydi ve bu beni ona daha fazla çekiyordu.

on dakika önce elime tutuşturduğu telefonundan gizli çalma listelerine bakındığım sırada kolumdan tutup beni üzerine çekiştirdi. ansızın başlayan temaslarına kısa sürede gösterdiğim aşinalık artık şaşırmama değil yalnızca gülümsememe sebep oluyordu. rastgele kondurduğu öpücük kulağımın arkasına denk gelirken "zamanı seninle öldürmek inanılmaz bir şey." dedi "yıllardır beklediğim birine sonunda kavuşmuşum gibi hissettiriyor."

ansızın gelen itirafı yüzüme mutlulukla yansırken elimdeki telefonu kapatıp yanına daha rahat bir şekilde yerleştim. sabırla ve günlerdir gözlerinin bebeğinde bile rahatça seçebildiğim bir hayranlıkla beni izledi. parmaklarım, sakallarının üzerinde küçük bir çocuğu sever gibi narince gezinirken "ben de bir şey fark ettim." diye mırıldandım. dudakları hafifçe kıvrıldı ama gözlerinde merak vardı.

"ne fark ettin?"

"mutlu olmayı yeni öğrendiğimi."

çatık kaşlarının arasındaki kırışıklık hemencecik siliniverdi. dudakları yukarıya doğru kıvrılırken yanakları da elma gibi kızarıyordu. bununla alay ettiğimde öne sürdüğü tek şey ise bir erkekten iltifat almaya alışık olmamasıydı. herkesin gözünde çizdiği buzdan adam imajını karalamak istemiyordu.

parmağımı dudağının üzerinde ağır hareketlerle gezindirirken alaycı bir tavır takındım. "yine kızarıyorsun." dedim. nefeslerimi yüzüne üfledikçe gözleri kapanıyor ve sanki kulakları sağırlaşıyordu. "artık alış ve bunu dile getirme." dedi yalancı bir sinirle.

güldüm ama kısa sürdü.

bir nefeslik boşluk bırakan dudaklarının arasına alt dudağımı sıkıştırdım sert bir hareketle. o haz veren yumuşaklık dişlerimizin arasında sıkışırken acıyla inledim kendi oyunuma. beceriksizdim bugün.

ferdi'nin eli sıcaklayan tenime buz gibi gelirken boynumdan enseme doğru yol izledi. nefesinin yetmediği ilk an kendini benden uzaklaştırmak yerine alnını alnıma yaslamış ve "akşam yemeğini kaçırmak üzereyiz." demişti güçlükle. kuruyan boğazıma yutkunarak hayat vermeye çalışırken belli belirsiz salladım kafamı. "inelim o zaman."

o da onayladı beni ama gitmek için attığı tek bir adım bile yoktu. eli hâlâ ensemdeydi, farkında olmadan kulağımın arkasını başparmağıyla okşayıp duruyordu. güç bela gözlerimi onun parlak kahvelerinden koparıp "hadi." dedim. bir kere daha salladı başını. yine olduğu yerde kaldı. üzerine binen bu aptallık benim yüzümdendi, gülmeden edemedim.

"o zaman sen burada alık alık etrafa bakın ben çok acıktım aşağı iniyorum."

yükselttiğim sesim onu biraz daha kendine getirirken "yemekten sonra tekrar buraya gel." dedi. nihayet yataktan kalkmış ve aynanın karşısına geçip dağılmış olan saçlarını düzeltmeye başlamıştı. "yemeği de beraber yer miyiz?" diye sordum. buna ikinci kez cesaret ediyordum çünkü istemediğini bir şekilde belli ediyordu. "emre kabul ederse neden olmasın?" dedi. geçen seferki ret cümlesine nazaran bu daha kibardı.

emre yabancılarla yemek yemekten fazla hoşlanmıyordu ve ferdi de bizi ele verecek tek şey beraber yediğimiz bir yemek olacakmış gibi benden kaçıyordu. tencere kapak gibi birbirlerini tamamlıyor ve yalnızca beni üzüyorlardı. "ya da boş ver, barış tek kalmasın." dedim. yerimden kalkıp ondan önce kapıya yönelirken tavrım netti fakat o görmezden gelmeyi seçmişti.

bırakman doğru muHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin