final, ellerimi sımsıkı tutarken bırakman doğru mu

1K 92 62
                                    

28 ağustos 2027

dilimin ucuna bir hoşça kal takılıydı yıllardan beri. gittiğim her yere götürdüm onu. dört bir yanı ferdi'yi hatırlatan üniversite kampüsüne de değiştirdiğim yurt binasına da okulu bitirip atandığım ilk şehre de...hepsine götürdüm. hâlâ buralarda mıydı bilmiyorum ama onu görüp bende kalan hoşça kalını vermeyi büyük bir umutla bekliyordum.

öyleki annemin tüm ısrarlarına rağmen koca bir yazımı trabzon'da, kendime ait olan 1+1 dairemde geçirmeyi bile göze almıştım. bu şehir onun adını taşıyordu, döndüğüm her köşede onunla karşılaşacak olma ihtimaline deli oluyordum. herkes gitmişti. bir o vardı bir de bende kalan bir hoşça kal borcu.

yeni aldığım güneş gözlüğünü saçlarımın üstüne yerleştirirken ilk kez gördüğüm bir kafeye daldım sıcağın verdiği bunalmışlıkla. küçük, samimi fakat bir o kadar da popüler bir yerdi. boş masa göremeyince adanın yanındaki bar taburelerinden birine yerleştim. ellerimi, çoktan kızardığına emin olduğum yüzüme doğru yelpaze gibi sallarken "bir limonata alabilir miyim?" diye sordum tuhaf giyimli çalışana.

oralı olmadı gibi görünse de iki dakika içinde nasıl istediğimi bile sormadan naneli bir limonata koymuştu önüme. bardağı bana doğru sürüyerek uzatırken "ilk defa görüyorum seni." dedi. bir kafe çalışanı tarafından tanınacak kadar ortamcı değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. "yeniyim buralarda." dedim sekiz ay önce gelmiş olmamı hiçe sayarak.

kafasını salladı. işine dönmek yerine hâlâ bir muhabbet açmanın derdindeydi. "mesaim bitmişti aslında biliyor musun?" dedi hayıflanır gibi. başımı iki yana salladım. yeni tanıştığım bir adamın günlük sıkıntısını dinlemenin şaşkınlığı vardı üzerimde. "erenay gecikti bugün." kolundaki saate bakarken telaffuz ettiği isim içtiğim limonatayı boğazıma dizmeye yetmişti.

kusma isteği uyandıran bir öksürük krizinin arasına, kafedeki tüm gözleri üzerimde hissetmenin verdiği rahatsızlık da eklenince arka cebimden cüzdanımı çıkardım. yüzlük bir kağıdı sertçe adanın üzerine bırakırken dinmeyen öksürüklerimin arasından kibarlık olsun diye bir teşekkür sundum. geveze çocuk, yanlış bir şey yaptığını düşünür gibi endişeliydi.

kendimi kapının önüne attığım an birisi koluma çarparak geçti yanımdan. takmayacaktım, geçip gidecektim ama özleminden yanıp kavrulduğum sesten "önüne baksana." cümlesi duyuldu. başta inanamadım kulaklarıma, kafamın bana uzun süredir oynadığı oyunlardan biri olduğunu düşündüm. korktum.

başım ağır hareketlerle omzumun üzerinden onu bulduğunda aradan geçen dört yıla rağmen yüzüne duyduğum aşinalık kalbime ağır geldi. öncekine nazaran bir tık daha kısalan saçları ve şeklini koruyan sakalları güzel yüzüne gölge düşürüyordu. gözlerinde eskisi gibi takım yıldızları yoktu, yaşanmışlık vardı sadece. yorgundu besbelli.

hafif aralıklı dudakları beni gördüğünde kapanıp sert bir yutkunuş olarak döndü ona. hâlâ taptazeydi hisler. gördüğüm an esir alıyordu kalbimi ve parmak uçlarım dokunuşlarını özlediğimi hissettirmek ister gibi sızım sızım sızlıyordu.

yıllar önce yaptığı gibi beni görmezden gelmeyi seçti. güç bela yüzümden ayırdığı gözleri kafenin kapısına ulaşırken kolundan tutup durdurdum onu. oysa hep o yapardı bunu. gitmekten vazgeçirir, hiçbir şeyin ucu açık kalsın istemezdi. "erenay." dedim, ona burada böyle seslendiklerini biraz önce öğrendiğimi belli ederek.

elimin altındaki vücudu sesimi duyar duymaz kasıldı. rahatsız olduğunu düşünerek kendimi geriye çektim. "nasılsın?" diye sordum. sesime ilmek ilmek işleyen bir şey varsa o da gizlemeyi başaramadığım büyük özlemdi. başını iyiyim der gibi salladı, konuşmayı unutmuştu sanki. elini ensesine atıp gerginlikle ovaladı orayı. "sen peki, sen nasılsın?"

bırakman doğru muHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin