11| don't be sassy.

823 60 12
                                    

Şarkı ne alaka, hiçbir fikrim yok. Sadece R5'ı seviyorum ve fetus Ross jsdkvjovfkd ya Like'ı yazarken eğleniyorum ve şarkının klibi eğlenceli falan jvorjk

Ve son olarak;
Her şey için teşekkür ederim... Sizi aylarca bekletsem de hiçbiriniz boğazıma yapışmadınız yada beni uykudayken öldürmeye çalışmadınız, teşekkürler :')

//Bugün Zaynie olmadan ilk yıl dönümümüzdü ve ben... Onu özledim ama beni ve milyonları kıran bir adamı kolayca affetmek hatasına düşemem, yine de bugün O'na da teşekkürlerimi sundum. Sonuçta 4 koca yıl ve 8 koca ay benim için, bizim için buradaydı, iyi ve kötü zamanlarda ve ikisinin ortasında; bizimleydi. Saat 23:57 24 Temmuz'a geçmemize bir şey kalmadı ama ben yinede bu bölümü atıyorum//

İyi okumalar^^

-Göksu

Klasikleşmiş bir durum olarak mutfağa -onu bulmak için bakmam gereken ilk yere- indim. Gözlerim onu bulduğunda tezgaha yaslanmıştı ve parkelerdeki yüzlerce ayak izine sıkıntıyla bakarken kaşlarını çatmıştı.
"Yine ne oldu?"
"Etrafı mahvetmişler." sinirle tezgahın altındaki dolabın kapağına tekme attı.

Ne vardı ki, bunu beklemiyor muyduk zaten? Elbette evi mahvedeceklerdi. Bir grup sarhoş gençten ne bekliyordu? Sanki ne diyeceğime biliyormuş gibi sinirle "Bu evi bugünleri görsün diye satın almadım." dedi.

Saçlarımı karıştırırken -bu kesinlikle ondan geçmişti- konuştum, "Bence... Asıl derdin bu olamaz." ve sanki bir soru yöneltmişim gibi karşılık vermesini bekledim.

Konuşmadı. O yine susuyordu ve benim yine sorularım vardı. Bir şeylere anlam veremiyordum... fakat soru sormayacağıma da söz verdirmişti.

Ondan cevaplar bekleyerek geçen bir kaç dakikanın ardından, susarak yere bakmaya devam etmesi ve 'kuzenim olmadığını' tanımadığım onlarca insanın önünde bana söyletmesinin de verdiği sıkıntıyla odama çıkmak için mutfaktan ayrıldım.

Basamaklara ikinci adımımı atmamla bir el dirseğimi kavrayarak beni merdivenlerden aşağı çekti. Harry'di. Düşüncelerinden sonunda ayrılmıştı. "Bir planım vardı." dedi sıkıntıyla.
"Ben Christoff ile çay içerken, depo duvarlarına mesajlar yazmak mı?" diye sordum, planı buysa tamamlanmıştı ve olaylar biraz tuhaf gelişmişti.
"Mesajı nereden biliyorsun?"
"Christoff söyledi."
"Bu arada tam bir edebiyat düşkünü... Umarım duvarına şiir falan yazmışsındır."
kendi şakama güldüm, "Bundan hoşlanırdı.".

Fakat Harry'nin aklının takıldığı nokta her zamanki gibi, bambaşkaydı."Onu gördün mü?" sakin sayılmayacak bir tonda sordu, irileşmiş yeşil gözlerindeki şaşkınlık barizdi.
"Onunla konuştum." diyerek düzelttim, "Ve, sanırım onu gördüm." kolumdan tutarak beni salonun büyük koltuğuna çekiştirdi.

Bu halinin Sam'in dedikodu bulunca verdiği tepkiye birebir benzemesine kıkırdadığımda bunu fark etmedi bile.

"Anlat. Ne oldu?"
"Beni soktuğun o yer..." diye başlamıştım ki sözümü kesti,
"Bir çeşit depo. Ne için kullandıklarına pek emin değiliz."
"Biz mi?" arkama yaslanırken sordum.
"I-ı sorular konusunda ne demiştim?" diyerek hatırlattı.
Karşı çıkmakta gecikmedim, "Ama eğer sorularıma yanıt vermezsem olayları çözmek için seni takip etmek gibi yöntemlere başvururum ve... Bunu istemezsin değil mi kuzen?" sevimlice gülümsedim. Bu surat ifadesini o da çok rahat yapabiliyordu ve bir şey elde etmek istediğinizde yüzde doksan çalışıyordu.
"Olayları tamamen bilene kadar sorularına cevap vermeyeceğim." diyerek hem şart koşmuş, hemde kabul etmeliyim ki son noktayı koymuştu.
"İçerisi karanlıktı. Etrafta çok fazla insan vard-" tekrar sözümü kesti, "Işıkları açtığımda, onu gördün?"
"Işıkları sen mi açtın?" sağ kaşımı onun kadar beceriklice olmasa da kaldırarak sordum.
"İçeride adamımız var." diyerek kestirip attı.
"Öyle mi?" iyice meraklanmıştım, "Kim?"
"Önemli biri değil. Eric tuttu. İkili ajan gibi bir şey."

Eric kimdi hala pek bir fikrim yoktu fakat, "Ah, ne tarafa sadık pek bilmiyorsunuz yani." dedim ve gülümsedim.
"Emin ol bize sa- Bir dakika!" kaşlarını çatarak bakışlarını gözlerime sabitledi.
"Olive!" çenesinin kasılmasını izlerden koltukta arkama yaslandım ve katıla katıla gülmeye başladım.
"Bu kadar kolay ağzından laf alına biliyorken neden biri seni sağ kolu yapar ki?"
"Kes sesini." diye homurdandı sinirle. Gülmemi durduramadım. 1.90'ı aşan boyu ve arada kabalaşan davranışlarının altında özü, şapşalın tekinden başka bir şey değildi.

"Sadece, anlatmaya devam et."

Başımla onayladım. "Pekala... Işıklar açıldığında onu bulmak için bakındım..." zihnimde bir şeyleri toparlamak için duraksadım, Harry elini omzuma koyarak yardımcı olmaya çalıştı. "Siyah gömlek, pantolon ve ayakkabı giyiyordu." "Kravatı lacivertti."

Göz devirdi. "Bu bilgiler pek işime yaramaz açıkçası Ols." bana taktığı lakabı duyduğumda rahatlamayla iç çektim, neredeyse çok uzun zamandır bana böyle seslenmemiş gibi geliyordu. Oysa neredeyse birkaç saat önce arabaya bindiğimde söylemişti. Bunu hatırlıyor olmama kafa yormadım.

Rahatlamanın hemen ardından bu, bana bir şeylerde çağrıştırdı.

"Bana Ols dediğini biliyordu Harry!"
"Soyadımı da öyle." heyecanla söylediğimde bu dediklerimin işe yarar olmasını umdum.

Sanırım işe yararlardı. Çünkü Harry pantolonun arka cebine uzanmak için koltuktan hafifçe doğruldu. Ve o cepte tek bir şey bulunur, telefonu.
"Pekala, odana çıkabilirsin." dedi telefon ekranında bir isim ararken.
"Ne?" afalladım. Biraz... Bilirsiniz, kullanıp atmak olmadı mı bu?
"Telefon görüşmesi yapacağım." ses tonu defolup gitmemi açıkça söylese de madem sorularıma cevap yoktu en azından onu özgürce dinlememe izin verilmeliydi.

"Bana kuzenim olmadığını insanların önünde söylemem gerektiğini söyleyen birini ciddiye almayacağım." Neden böyle dediğimi bilmiyordum. Sadece benide planlarına dahil falan etsin istemiştim.
"Olive," sert bir sesle konuştu. "Bu konuşmayı şuan yapmayacağız ve öyle demeseydin, emin ol oradan bir halıya unlanıp bantlanmış halde geri dönmemen için hiçbir sebep olmazdı."
"Ne yani, bir şeyler bildiğimi sanıyorlar diye mi saçma eşek şakalarına maruz kalmadım?" duraksadım,

"Bir dakika," o kadar heyecanlanmıştım ki! "Bildiğimi sandıkları şey ne Harry?" hızla konuştum.

Bir şeyler bulmaya, sanki çok yaklaşmıştım... Ama bulamıyordum.

"Odana çık." saçlarını dağıttı.
"Abim değilsin sen benim!"
"İyiki de değilim."sinirle cevapladı fakat sonra suratını ekşitti.

"İyiki de değilsin." dedim üsteleyerek. Yanından uzaklaşmak için ayaklandım, bunu söylememeliydim. Sanki ailemden değilsin der gibi. Oysa şu durumumda o, aile kavramından geriye kalan tek şeydi.

"Tamam,"dedi, "Otur. Üzgünüm."
Fazla iyi kalpliydi, onu kırmak beni de üzerdi bunu anlıyordu. Yinede hatalı taraf bendim.

"Hayır haklısın senin hayatın, üstelememeliydim."
cevap vermesine gerek kalmadan odama yöneldim.

"Olive, İspanyol dizisi çekmiyoruz burada. Dinlemek istiyorsan otur işte."
Arkama, Harry'nin gergin havayı herzaman kolayca yok eden suratına dönerek "İstiyorum aslında.." diye mırıldandım.
Gülüşü büyüdü, koltuğa eliyle vurarak 'gel' sinyalini verdi.
Fazla değişkendik. Bu yararlı bir şey olsun, olmasın ben memnundum.

Koltuktaki yerime hızla dönerken çoktan rehberin E harfinde dolanıyordu.

Eric'i bulduğunda ara tuşuna basmadan önce halime tekrar güldü.
Hızla ekledi,
"Karışmak, ses çıkarmak ve soru sormak yok?" telefonun çalış sesini duyabiliyordum.
Tam "Yok." diye garanti vermek üzereydim ki, Eric'in sesi olduğunu tahmin ettiğim ses duyuldu -ki baya genç ve uykuluydu- "Ne var marul kafalı?"
"Sanada merhaba Eric."
"Afedersin, ne kadar kibar olduğunu unutmuşum." öksürdü,  "Merhaba marul kafa."
Kendimi tutuyordum, fakat ağzımdan kaçan kıkırtıya engel olamadım.
Eric'in rahat ve kendinden emin sesi birden gerginleşti,
"O Olive miydi?"

Harry hoparlörü açtı.

Like.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin