"Bıçakları biledin mi?" Gelen soruyla stajın kaçıncı gününde olduğunu düşünmeyi bırakıp, bilemiş olduğu bıçaklarda gezdirdi gözünü. Eksik yoktu. Keskinlikleriyle göz korkutan bıçakların hizasına baktı tekrar, bir tanesini belli belirsiz düzelttikten sonra "Evet şef!" diye bağırdı mutfağın ön kısmına doğru. Kendisine yaklaşan adımlardan bile hissedilen 'tatminsizlik' de içine işlemişti artık. Gerçi bunun için gelmişti; kendisi ile yarışmak için, zorlanmak için. Pek de beklediği gibi geçtiğini söyleyemeyecekti."Ne bu halin, toparlan hemen." kendisine kızan adamın neden kızdığını düşünse de bir sebep bulamadı. Her şeyi eksiksiz gözüküyordu. "Anlayamadım şef? Bir eksik mi var?" diye sordu bu sefer sorgulayan gözlerle. Karşısındaki gözlüklü adam derin bir nefes verdi. "Mutfaktan bahsetmiyorum, sende bir eksiklik var." diyerek uzaklaştı. Stajyer kendisindeki eksiklikleri düşündü uzun süre ama geçerli bir şey bulamadı. "Bugünlük çıkabilirsin, bıçakları götür eve bir şeyleri soymaya çalış ve hiçbiri alacalı olmasın. Tuttuğun süreyi bana mesaj at." Stajyer hızlı kafasını iki yana sallayıp bıçak çantasını toparlamaya başladı.
Eve geldiğinden beri gelirken aldığı bir poşet salatalığı ve patatesi soyuyor, tuttuğu süreyi not alıyordu. Bu kadar patatesi kızartabilirdi. Evdekiler seve seve hepsini yerlerdi. Salatalıkla da kısır yapıp, tüm apartmana dağıtmayı düşündü. Yeter de artardı bile. Tüm aldığı notları kopyalayıp, daha önce aramaya ve mesaj atmaya delicesine çekindiği şefinin sohbet kısmına yapıştırdı. Sonuna da "Buyurun şefim, iyi akşamlar dilerim." yazdı ve gönderdi.
Uzunca bir süre görmemişti şefi mesajı. Saat on bire vardığında ev arkadaşlarının hala gelmemiş olması düşündürmüştü onu. "Sürtüyorlardır." Bugün dışarı çıkma tekliflerini iki poşet sebze soymak için reddetmişti maalesef.
Kendisi de sıkılmıştı artık. Aklına teyzelerinin gelmesiyle yüzü muzip bir gülümseme yerleştirdi. Stajyer büyük bir heyecanla küçük teyzesini aradı, onların da dışarıda olduğunu öğrendiğinde konum atmalarını isteyip, yanlarına gitmek için hazırlanmaya başladı. Bahar akşamlarını hep çok sevmişti. Giyerse terleyeceğini düşündüğü ceketi "En kötü arabaya bırakırım." diye düşünüp eline aldı. Koşar adımlarla merdivenlerden inerken sonunda rahatlayabileceği için çok mutluydu.
Teyzeleriyle gezdiğinde kendini hep büyümüş hissederdi, yaşıtlarıyla konuşamadığı bazı konuları onlarla tartışmak içinde kafeste tuttuğu yaratığı dizginlemesini sağlardı.
Buluştuktan sonra arabayı bir sokağa park edip, yürümeye başladılar. Bir yandan da sigaralarını içiyorlardı. "Mutfakta içmene izin veriyorlar mı?" diye sordu küçük teyzesi. Stajyer kız dümdüz bakışlarının ardından "Evet." dedi "İzin var ama şef de sigara kullanıyor. Onunla karşılıklı sigara içmek saygısızlık gibi olur şimdi bir de onun lafını yiyemem."
"Aferin benim bebeğime. Teyzesinin kuzusu büyümüş de şeflerinin yanında sigara içmez miymiş?" Bunları söylerken kafasına sımsıkı sarıldığı yeğeni de kahkaha atıyordu. "İyi ki büyümüşüm bir de büyümesem bebek arabasına bindirip gezdireceksiniz." teyzeleri onun bu cümlesine gülerek karşılık verdi ve sigaralarını içmeye devam ettiler.
Onlar muhabbetlerine devam ederken bir anda stajyer kızın telefonu titredi. Sevgilisinden olduğunu düşünerek gülümseyerek telefonuna baksa da mesaj atanın sevgilisi değil de mesaj attığını bile unuttuğu şefi oluğunu gördüğünde yüzü düştü. Saat on ikiye geliyordu. Gecenin bir yarısı ne kadar yetersiz olduğu ile ilgili bir paragraf okumak istemiyordu. İstemeye istemeye açtı bildirimi. Sigarayı telefonunun ekrana üflerken, yavaş internetine ilk defa küfretmek gelmedi içinden. Görmek istemiyordu şu an şefinin ona ne yazdığını.