oğlan sonunda kendine geldiğinde ve gözlerini açtığında olmayı beklediği adamın kollarında değildi. kendisini ona sarılmış hâlde bulmadı. kokusu burnuna değmedi. saçlarının buklelerini parmaklarının etrafında hissetmedi. bunların yerine yatağa uzanmış, uykusunu almış hâlde boş bir odada buldu kendini. orta büyüklükte bir odaydı, beyaz boyalıydı, pencere önü boştu, bir dolap ve yataktan ibaretti. yavaşça kalktı yataktan doktor. düşündü. kendi evi değildi, kimin eviydi burası? tanıdığı tek kişi olan lokanta sahibinin miydi? fakat niçin buradaydı? niçin bu evdeydi? bayılmış mıydı yoksa? eğer öyleyse...
bir anahtar sesi geldi, kendi kapısı olamayacak kadar uzaktı. biri evden içeri adımladı. yer gıcırdadı. dışarı çıkmalı mı yoksa burada mı kalmalı diye düşündü, hangisi daha iyi olurdu? şimdi gitmek en iyisiydi çünkü bundan sonra ne zaman geleceğini nereden bilebilirdi?
dışarı çıkmak üzereyken paltosunu gördü, kapının üst kısmındaki askılıkta asılıydı, giysileri kırışmıştı. paltosunu bir hışımla üzerine geçirdikten sonra kapıyı açtı. hiçbir tarafını bilmediği bu evin içinde, çıkışı mı yoksa sahibini mi önce bulacağını bilmeden gezinmeye başladı. büyük bir ev değildi, yalnızca birkaç odası vardı ama oğlan buna rağmen içeri giren sahibi bulamadı. çıkışa yöneldi bu yüzden, demir kapıdan çıkıp ardından kapattı kapıyı. merdivenlerden aşağı inmeye başladı. bir sokağa, caddeye ya da belki bir bahçeye ineceğini düşünüyordu ama son adımını atıp da başını sağ tarafa çevirdiğinde indiği yer yalnızca lokantanın mutfağıydı.
huzursuz olduğunu inkâr edemezdi, elbette huzursuz olmuştu. aklında ilk beliriveren düşünce onunla burada karşılaşmasıydı ve biliyordu, onun üst katta, evinde olduğunu biliyordu ama bunu bilmesine rağmen direkt olarak bu mutfağa indiğinde bildiği bu şeyler kalbinin sıkışmasını önleyemedi! tencerede karıştırdığı yemeği bırakıp ışıldayan gözleriyle merakla kendine baktığı, göz bebeklerinde yansımasını gördüğü bir hayalin aslında orada olamayacağına kalbi el vermedi! fakat bir yandan da oh, diyordu, seviniyordu, düşüncelerinin ve hislerinin derinliklerinde "iyi ki" diyen biri vardı. böylelikle onu görmeden dışarı çıkardı. onunla karşılaşmadan, onunla konuşmadan, yüz yüze gelmesine ve kelimelerini seçip düşünmesine gerek kalmadan... bunların hepsini lokanta mutfağının boş tezgâhlarına bakarken düşünmesi ne komikti.
"çoktan inmişsiniz demek."
hayır!
içinden lanetler etti. bir an önce çıksaydı ya buradan, işi neydi? ne diye dikilmişti orada? ne diye durmuştu? ne diye saçma hayallere kapılmıştı?
durduğu yerden birkaç basamak indi. stajyer doktor arkasını döndü, uzun geldi boyu. başını kaldırdı merdivendekine bakmak için.
"ben de yukarıdaydım lâkin çıktığınızı hissetmedim, keşke yanıma gelseydiniz..."
"göremedim sizi."
"öylece gidiyor musunuz?"
"evet."
"fakat..."
doktor dinlemedi, arkasını döndü. dolan gözlerini ve her adımında gözünden düşen yaşları gerisinde bıraktığı adamdan gizledi. sinirliydi. gittikçe hızlandı bu yüzden, daha hızlı yürüdü... arkasından seslenen kişiyi duymadı, lokantadan dışarı koştu. yağmur damlaları karşıladı onu. sağanak, bol bir yağmur, oldukça kötü bir yağmur! durakladı bu yağmurun altında. nereye gideceğini, ne yapacağını unuttu. bir adam fırladı kapıdan dışarı, tuttu onu bileğinden. "ne yapıyorsunuz siz?" dedi. "niçin bunu yapıyorsunuz?"
vücudu ona dönük olsa da başı eğikti oğlanın, bileğinden tutuşuyla birkaç adım savruldu. bir şey söylemedi. sustu.
"konuşun benimle!"
sustu.
"lütfen sessiz kalmayın!"
sustu.
göz bebekleri endişeyle kendi üzerinde geziniyordu uzun saçlı adamın... yine sustu.
sonra bir araba yavaşça yaklaştı onlara doğru, tuttuğu bileğinden usulca çekti onu genç adam. lokantanın kapısına kadar geldi. araba geçip gitti. onlar orada kaldı.
"içeri girin..."
doktor denileni yaptı. ne kadar ondan kaçmaya çalışsa da bu havada evine gidemezdi. sandalye çekti, oturdu. karşısındaki satış tezgâhının önünde ellerini birbiriyle birleştirmiş üstelik başını da eğmişken ne düşündüğünü anlamak zordu. sinir? hayal kırıklığı? korku? anlamak istemiyordu.
"sizi... rahatsız mı ettim?"
"efendim?"
"yaptıklarım fazla mı abartıydı? sizi kötü mü hissettirdi? hoşnutsuz mu kaçtı?"
"hayır..."
"başka bir şekilde mi müdahale etmem gerekirdi öyleyse? yapmamam gereken bir şey mi yaptım? yaptıysam nedir o? kollarımda ağlamanıza izin verdim, dakikalarca birlikte ağladık; sonra başınız yavaşça omzuma düştü, bayıldınız sandığımda kalbim durdu! lâkin hayır, o kadar bitkinmişsiniz ki uyuyakaldınız. ben de sizi üst kata çıkardım, daireme. yatağıma yatırdım. uyudunuz... ve şimdi? dışarıda fırtına benzeri bir hava varken arkanıza bile bakmadan koşuyorsunuz!"
"ben..."
"bir teşekkür veya özür beklemiyorum. yalnızca... nedenini bilmek istiyorum. çünkü bu benden kaynaklı. düzeltmesi gereken benim..."
"size o özür ve teşekkürü borçluyum."
barbaros'un yorgun gözleri doktorun kelimelerini seçmeye çalışırken doktor oldukça sakin görünüyordu, zîra bu sadece bir görünümdü, bu sadece bir yanılsamaydı. gerçeği ne kadar barındırdığı bir yana, barbaros onun yüreğini okuması gerektiğini hissetti, buna ihtiyacı vardı. daha evvel hiç birinin yüreğini okuma isteği veyahut ihtiyacı duymamıştı. bu hisler ona çok yeniydi. çok yabancıydı.
"size onları borçluyum çünkü karşınızda kendimi kontrol edemeyerek sizi bu duruma düşüren bendim. buna sizi iten, yardımıma koşmanızı sağlayan bendim. göz yaşlarım ile çığlıklarımın sonu kesilmediğinde vaktinizi çalan da, uyuyamadığım geceler için yatağınızı çalan da bendim. size yaptıklarınız karşılığında en azından bunları borçlu olabilirim. küstahça çıkıp gitme davranışımın arkasına sığınabileceğim bir dalı yok, o vakit olduysa da çoktan unuttum. fakat asıl siz, lütfen... lütfen beni affedin. karşınıza bir daha çıkmayacağım. size rahatsızlık vermeyeceğim. sizi zor durumda bırakmayacağım."
ve gözleri birbirleriyle buluştuğunda şimdiye dek yansıtabildikleri en eş-zıt parıltıları yansıttılar birbirlerine. birinin gözleri kal, diyordu. kalmayacağını bilsem de gitmene göz yumamam. ve diğeri gitmek için bağırıyordu. gideceğim, yollarımız ayrılana dek kalmak istesem bile.
çünkü eğer kalırsa tehlikeli bir şekilde bağlanmaktan korkuyordu. koparamayacağı bir bağ oluşturmaktan korkuyordu. karşılıklı veya karşılıksız sevgiyi hissedip ona son vermenin acısını duymaktan korkuyordu. beklentilerini yıkmaktan korkuyordu. ona yeterli gelememekten, hayallerindeki kişi olmamasından, bir gün onu da kaybedeceğinden ölesiye -kabul etmese de ölümden daha da çok- korkuyordu. ve bu korkuları gerçekleştiğinde onu hiçbir yere götürmeyecekti.
aynı zamanda barbaros ne düşünmesi gerektiğini bilemiyordu. şu an içinde olduğu hiçbir şeyden emin değildi. karşısındakine bir yanıt bile veremedi. sessizlik içinde bekledi. ayakta dikildi, durdu... yavaşça yuktunduktan sonra ayağa kalkışını, paltosunun düğmelerini ilikleyişini izledi. son bir selam verdi barbaros'a başıyla, yürüdü. oğlanın onu bırakıp gitmesini izledi. dağınık saçlarına düşen yağmur damlalarını izledi. her adımında uzaklaşan tıp öğrencisinin hayatının geri kalanında ne gibi olaylar olacağını kafasında şekillendirmeye çalıştı. sol bileğindeki beyaz bandanayla bakıştı. ensesinde dolaştırdı elini. saçlarıyla oynadı. kendini küçük düşürdü. hayaller kurdu. kalbi kırıldı, gözleri doldu, düşündü. yere çöktü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kerchief • hasbar
Fanfictionbarbaros bileğine dolanmış siyah bandanasının diğer eşini lokantasına gelen bir öğrencinin sol bileğinde bulur. • yazılmış ilk hasbar kurgusudur. 28 august 23, 12.31 am.