"günaydın."
kasvetli ve yağmurlu geçen bir gecenin sabahında tek uyanmadı bu sefer genç öğrenci. başucunda bekleyen birini gördü. gözlerini kapadı, açtı...
"hâlâ çok yorgun görünüyorsunuz."
dağılmış saçları ve yarı kapalı gözleriyle bakakaldı ona. gözlerini kaçırdı, gezdirdi etrafta: çok tanıdık yumuşaklıkta bir yastık, yabancı olmadığı bu oda... ve nedenini bilmediği bir rahatlık vardı üstünde; bir sakinlik, sanki hâlâ uykudaymış gibi bir his vardı. "ben..." dedi yorgunluğunda ayılmaya çalışırken. gözlerini ovaladı, çarşafların arasında döndü durdu, yine de tam anlamıyla uykusunu kaçıramadı. karşısında oturan adamın sözleriyse sorular sormaktan, ardı ardına konuşmaktan ziyade salt bir gülümsemede takılı kalmıştı. öğrenci yattığı yerde başını iki yana salladı, vücudundaki ağrıya aldırmayarak yavaşça doğruldu. "ben... buraya nasıl geldim, inanın bilmiyorum. ama gideceğim. hemen gideceğim." örtüyü üzerinden atmaya çalışırken bir an önce kalkmak istedi, ayaklandı lâkin dönmekte olan başına yenik düştü. barbaros onu kollarında tuttu, yavaşça yatağa geri yatırdı. "ama... lütfen..." diyordu öğrenci. baş ağrısı yüzünden kaşları istemsizce çatılmıştı, gözlerini açmaya çalışsa da kapanmak için uğraş veriyorlardı. "lütfen, gitmeme izin verin. aynı şeyleri yaşatmak istemiyorum size. bir daha sizi o duruma düşürmeyeceğim. bir daha... asla... bırakın gideyim..."
"sizi bırakmayacağım." barbaros'un sesi karşısındaki beyefendiye göre sakin, kararlı ve toktu. "her ne kadar kabul etmek istemeseniz ve kendinize, bana karşı çıksanız da sizi bırakmayacağım. sandığınızın aksine bir hiç değilsiniz, işe yaramaz değilsiniz, insanlara yük olan biri değilsiniz ve öyle olsaydınız bile sizi yine yüreğimin içinde seve seve taşırdım! size yine minnettar olurdum! arkanızı dönüp gittiğinizde yine ağlardım ve yine, yine salt sizin yolunuzu gözlerdim. sizi beklerdim. bekledim! o gün kollarımda söylediniz siz bunu bana! gözlerimden yaşlar akarken size bir söz verdim ben! ne çabuk unuttunuz? yoksa o sözü tutmayacağımı mı düşündünüz?"
öğrenci gözlerini kaçırdı, dağınık saçlarıyla oynadı.
"söylediğiniz şeyleri hissetmediğinizi biliyorum," diye devam etti barbaros. "söylemek istediklerinizin bunlar olmadığını biliyorum. kalbinizdeki sesi bastırmaya çalışıyorsunuz, kendinizi insanlardan, benden uzak tutmaya çalışıyorsunuz. bunları yapıyorsunuz çünkü daha önce bunları yapmak zorundaydınız! sizi anlıyorum! sürekli konuştuğum ve... ve heyecanıma yenik düşerek aceleyle söylediğim kelimeler için beni bağışlayın, doktor bey fakat o gün size bunların hiçbirini söyleme fırsatım olmamıştı. ve şimdi, sizi bir kez daha kaybetmeden önce her bir harfini işitin istiyorum. sizi ikinci defa kaybedemem. biliyorum, kaybetmeyeceğim çünkü buraya geldiniz. yanıma gelen sizdiniz! soğuk kış gecesinde zihniniz sizi yönlendiremeyecek kadar hastaydı ve kalbiniz... o sizi bana getirdi! o getirdi sizi bana! görmüyor musunuz? sizin yanınızda olduğumu, bana mutluluktan başka bir şey getirmediğinizi görmüyor musunuz? yalvarırım doktor bey, yalvarıyorum size, beni bırakmayın..."
barbaros sözü kesilmeden evvel karşısındakinin gözlerinde, mimiklerinde, sözlerinde bir şeyler görmeye çalıştı. bazı cevaplar aradı. göz bebeklerindeki ışıltılara anlamlar yükledi. bir hayal kurmuştu, hayalin peşinde, sonu ne olduğu belirsiz, nereye gittiği belirsiz, barbaros bilmeden, istemeden, şu monoton hayatının ve dükkânının dışında karşısına biri çıkmışken onu bırakmak istemiyordu. hiç istememişti. onun da bu hayale onay vermesini diledi bu yüzden. bu yüzden, onunla bu hayali kurabilmek için işaretler aradı. aynı hayali kurduğunu kendisine fısıldayan sözcükler aradı. sıcak bir nefes aradı. bir dokunuş aradı. güneş daha doğmamışken bu sessizliğin, aralarındaki fark edildiği belirsiz çekimin, şu ıssız sabahın içinde onu aradı.
ve hâlâ arıyordu.
sözünü kesen şey kendisine yanıtları umduğu doğrultuda vermiş olabilecek olsa bile umutlanmak istemiyordu. çünkü kelimeler yoktu. ortada sıralanmış sözcükler yoktu. sözünü kesen karşısındaki oğlanın yatakta doğrulup aniden kendisini sarmalamasıydı fakat barbaros biliyordu, bilmeliydi, hisler hiçbir zaman kesin olmazdı. olmamıştı. hisler hiçbir vakit kesinleşemezdi. daha evvel tatmıştı bu hissi. daha evvel aynı adam tarafından maruz bırakılmıştı çünkü bu hisse. niçin yalnızca kendisi olmuyordu? niçin yalnızca onunla kalmıyordu? niçin her şeyi ve herkesi anlatamayacak, zihninde düşünecek, kendini parçalayacak kadar korkaktı? korkak olan sarıldığı kişi miydi? yoksa barbaros başka insanların düşüncelerinin onun zihninde kendisinden daha çok yer kapladığından içerlediği ve bundan salt kaçtığı için asıl korkak olan kendisi miydi?
nefes aldı ve tedirginlikle verdi.
"lâkin yine ve yine de gitmek isterseniz, sizi burada kuvvetle tutamam... o vakit tek dileğim, tanımadığınız bu istanbul sokaklarında beni anımsamanız olur."
"sizi hiçbir vakit anımsamayacağım."
verdiği yanıt barbaros'un yüreğini bir deprem gibi sarstı. öğrenci tekrar etti:
"sizi hiçbir vakit anımsamayacağım. sizi hatırlamak istemiyorum. zihnimde size dair bir tane bile yitip gitmiş anının kalmasını istemiyorum! eğer öyle olacaksa... eğer bunun sonunda sizi o şekilde hatırlayacaksam, hiç hatırlamamayı tercih ederim. ve sizi hiç tanımamış gibi yapmayı... biliyorum, beceremem fakat yapmak istediğim şey bu."
gözleri barbaros'un şaşkınlık ve acı dolu gözleriyle buluştuğunda, kaşları acıma ve kederle çatıldı. "hayır..." dedi. sesi titredi. onu süzdü. artık sarılmaları bitmiş olmasına rağmen konuşurken fark etmediği parmaklarının sol elini sıkıca kavradığını gördü. "...hayır, bayım, lütfen..." başını eğip yere odaklanmış uzun saçlı gencin, zihnindeki fikirlerden birine sahip olmadığını doğrulamak ve bunu kabullenemediği üzere zorlamak için bir kez daha sordu:
"... lütfen bana sizin böyle düşünmediğinizi söylemeyin!.."lâkin henüz barbaros'un karar vermesi için oldukça erken olduğu gibi, yanaklarından süzülen yaşları silmek içinse çok geçti.
"gözyaşı döktüğüme aldanmayın," diye girdi söze -ki bu kalbini kırdığı için henüz kahrolurcasına üzülmeye başlamış öğrencinin kesinlikle beklemediği bir tümceydi- ve gözlerindeki, burnundaki kızarıklıkların hiçbir önemi yokmuşçasına olağan bir gündelermiş gibi konuşmasına devam etti. ama öğrenci biliyordu, ne denli kendini tutmaya çalışsa da bandana takılı sol bileğinin titremesinden anlıyordu onu. her şeyi görüyordu.
"... söyledikleriniz benim de katılmakta olduğum şeylerdir... fakat beyefendi, ben, sizinle anımsanabilecek kötü bir anımız olacağına inanmıyorum."
"bundan nasıl emin olabilirsiniz?"
"gelecekten asla emin olamam."
"öyleyse neden... neden yaşadığınız olayların tekrarlanmasına göz yumuyorsunuz?.. sizi bir defa üzdüm! sizi bir defa hayal kırıklığına uğrattım! sizi bir defa acıyla baş başa bıraktım! sizi üzmek istemediğimi söylememe rağmen, bunları bile bile neden ikimize de hâlâ acı çektiriyorsunuz?"
"çünkü eğer âşık olduğunuzu kabullenseydiniz dediklerimi anlardınız!"
öğrencinin duyduklarıyla şaşkınlık içerisinde açılan gözleri ve aynı şoktan ötürü söyleyemediği kelimeler vardı. dökemediği, konuşamadığı hisler vardı. dilinde kalbinde sakladığı duygular vardı ama söylemeyecekti. söyleyemezdi. bu karşısındakinin ve kendisinin sonunu getirecek olsa bile bunu yapamazdı. yapmadı. söyleyemedi. konuşamadı. kelimelere gerek duymadı. dolmuş gözlerinden yaşlar döküldü yanaklarına ve kendini bir müşteri olarak son kez onun kollarına atarken yaşlar gencin yanaklarını ıslattı. soğuk elleri değdi çıplak tenine. boynunu titretti. gözyaşları birbirine karışırken sıkıca kavradı onun belini barbaros. doktorun dudaklarına kondurduğu öpücüğe uzun bir karşılık verdi.
aradığı cevaplara ulaştığı gibi verdiği sözü tutmuştu; fakat bir öpücük ancak bu kadar karmaşık, tutkulu, âciz ve üzücü olabilirdi. ve barbaros bu özelliklerin hepsine sahipti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kerchief • hasbar
Fanfictionbarbaros bileğine dolanmış siyah bandanasının diğer eşini lokantasına gelen bir öğrencinin sol bileğinde bulur. • yazılmış ilk hasbar kurgusudur. 28 august 23, 12.31 am.