İnsan yurdunu memleketini coğrafyasını kendi seçemiyor haliyle..
Çocukken her şey ne kadar da kolay gelir insana değil mi? Büyüyünce dahada kolay olduğunu anlarsın. Ama daha dur! Büyümeye çok var..
O kadar enteresan bir yüktür ki büyüme hissi onun sahibi olabilme sabırsızlığı o zamana gelince ne olacağını düşünmeden, planlamadan, anlamadan sadece o zamana gelmek. Sürekli kafamın içinde büyüyordu büyük olma çocuk olmama hissi. Sanki çocukken tutsakmışım gibi hiç büyümeyecek mişim gibi hissediyordum. O yüzden hep büyümüş gibi yaşımdan büyük laflar kullanmak istedim, bu tutsaklığı kendi çocuk kafamda az da olsa bastırabilmek için kendimi buna inandırabilmek için hep büyükmüşüm gibi davrandım. Büyük olmak değil aslında ama büyük görünmek için yaptığımın farkındaydım..
Yaşımdan büyüklerin yaptıklarına, konuştuklarına, verdikleri tepkilere bakmaya başladım. Oysa ki ne kadar zamanımın gerektirmediği ağır şeylerle uğraştığımın farkında bile değildim.
Çocuktum daha ramazan ayıydı, en sevdiğim yemek patates kızarması köfteydi.
Ramazan aylarında hem orucun bilincine varmam, hem de birlikte olmamız amacıyla Halil dedem hep beni akşam iftardan önce gelir kendi evlerine götürürdü. Evlerimiz beş dakikalık mesafedeydi. Kapıdan çıkıp düz aşağı doğru yürüyünce köşede ki 'atılım market' ten sağa dönüp 300 metre kadar yürüyünce yolun karşısında solda köşede ki binanın yanında ki apartmandı. Köşede ki bina Serkan abilerin bina Erol amcaların. O gün gelememişti dedem Mücevher teyzem daha evlenmemiş oda dedemlerle yaşıyor hemde çalışıyordu. Ziraat mühendisiydi Botaş'ta çalışıyordu. Annemi aramıştı babam gelemedi Onur'u nasıl yapalım diye bende hemen telefonun diğer ucunda bekliyorum konuşma bitsinde ne olacak diye heyecanlı bir şekilde tabi.
Hem en sevdiğim yemek var hemde kendim tek gideceğim heyecanı.
-Annem; deden gelememiş sende oturacaksın evde
-Hayır ben tek gidebilirim
-Gidemezsin karanlık çökmüş bende götüremem hava çok soğuk.. dedi.
İftara 15 dakika civarı bi zaman kalmıştı. Aslında içimde biraz korku fazlasıylada heyecan vardı. Adrenalin patlaması yaşıyordum sanki, annem mutfakta sofrayı hazırlarken sessizce montumu giyindim, fermuarımı kapıya en yakın odanın içine girip çektim, parmak uçlarımla kapıya kadar gelip açılınca gıcırdayan çelik kapının kilidini açıp yavaşça kendime doğru çektim.
Hiç nefes almıyor ve hiç kıpırdamıyordum sadece kapıdan ses çıkmaması anneme yakalanmamam için dualar ediyordum. Sonunda kapıyı açıp, montumun içine sakladığım botlarımla birlikte evden çıkmayı başardım. Bi düşündüm önce kapıyı açık mı bıraksam? Kapatsam mı yoksa? Açık bırakırsam mutfaktan çıkınca annem hemen anlar, kapatırsam ses çıkarsa bu kez de kaçamam. Kafamın içi yangın yeri gibi her taraftan bir ses geliyor ama bunu başarabilecek olmanın verdiği haz, mutluluk apayrı kıpraştırıyordu içimi. Sonunda kapıyı kapatıp öyle gitmemin mantıklı olduğu kararına vardım ve aynı titizlikle sessiz ve yavaşça kapıyı kapattım. Asansörün çalıştığı belli olmasın diye yine aynı şekilde parmak uçlarımla indim merdivenleri. "Evimiz beşinci kattaydı" ikinci katta birden aklıma iftar saati olduğu ve biri kapıdan içeriye girdiğinde karşılaşabilme ihtimalimiz olduğunu düşündüm. Ve öyle de oldu, hemen orada durdum botlarımı giyindim ve merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Son merdivenden aşağı inerken alt komşumuz olan arkadaşım Nurhak'ın babası Nazmi amcayla karşılaştık. "Sanki o anda beni orada gören herkes ne yaptığımı, nereye gittiğimi, evden kaçtığımı biliyormuş gibi bir korku vardı içimde"
-Onur ne yapıyorsun. Dedi Nazmi amca..
Doğruyu söylersem aslında ya bilmiyorsa beni ararsalar Nazmi amca söyler diye bir an da yalan konuşmayı tercih ettim sanki.
-Bakkala gidiyorum ekmek almaya
-İyi canım benim iyi iftarlar.. dedi ve gitti.
Anlamadığını anlamıştım ama yinede şüpheci davranıyordum. Çünkü daha 7 yaşındayım ve ilk kez böyle bir şeye kalkışıyordum. Apartmandan çıktım önce bir kaç adım koştum sonra yavaş yavaş yürümeye başladım, hiç dikkat çekmemek için sanki gerçekten markete gidiyormuş gibi. Suçluluk duygusu var ama yasak olan her şeyin cazip geldiği gibi bir heyecanda var içimde. Küçük korkak adımlarla yürürken süreklide arkaya bakıyordum. Acaba arkamdan biri geliyor mu? Annem farkettimi? Başarabilecek miyim.? Kendime hedefler koydum bu binayıda geçersem tamamdır bu köşeye gelirsem tamamdır diye diye 500 metrelik yolu 5 km gibi yürüdüm. Ve geldim kapıdaydım..
Ben kapıya geldiğimde ezan okummaya başladı. Dedemlerin kapı zili biraz yüksekti boyum yetişmiyordu. Normalde de ayağımın altına kiremit koyup çalıyordum kapıda oyun oynadığım zamanlar ama, kar yağıyordu ve ayağımın altına koyacak bişey bulamadım. Zıpladım, zıpladım bir türlü kapıyı çalamadım. İçimde bir pişmanlık hissi beliriverdi ama başarmış olmanın mutluluğunuda yaşıyordum kafamda. Bacaklarımı katladım sırtımı kapıya yasladım beklemek istedim biraz sanki. O an da ne yapacağımı bilemedim sadece yorgun hissediyordum ve hava iyice kararmıştı. Belki biri geçer ona bastırırım zili diye düşündüm ama tam iftar saatiydi kimse olmazdı ki. Sadece bekledim..
Tabi annemin yokluğumu farkedecek olması, bana kızacak olmasını hiç düşünmüyordum başarmış ama bir zile bile basamamış olmanın yaşattığı hayal kırıllığıyla. Sadece bekledim..
çok zaman geçmemişti halâ bacaklarımı katlamış kapıya yaslanıyor ve nefesimle ellerimi ısıtıyordum.
"Aslında kaçmanın değilde kaçtıktan sonra başaramamanın daha ağır bir yük olduğunu" anlamıştım. Tamam bir şeye kalkışmış olmak yaptığın şey yasaksa bile onu başarabilmiş olmak gerekiyormuş.
Aniden kapı açıldı sırtımın üzerine apartmana düştüm kapının açıldığı tarafa doğru. Kapıyı açan teyzemle dedemdi.
-Onur! Ne yapıyorsun sen burada. "Endişeli ve öfkeli bir ses tonuyla"
-İftar için geldim ama zile basamadım. Dedim
-Oğlum annen seni arıyor kafayı yedik bişey oldu sana diye,
-Ne yapayım izin vermedi bende kendim geldim dedim.
Sonra gel hadi donmuşsun donmuş dedi beni kucakladı yukarıya çıkardılar. Anneannem "Güllizar" oturuyordu kapıdan girdim ilk karşıma o çıktı.
-Gel kaçak gel bu yaşında bu işlerede mi kalkıştın sen? Gel yemek ye dedi. Yok ben yemeyeceğim dedim. Hem ilgiyi yemek yememe çekiyorum hemde fazla kızmasınlar diye demagoji yapıyorum ki babam ilçeden geldiğinde söylemesinler yoksa çok kızar diye.
Dedem hiç bişey söylemedi gülmüyordu ama sinirlide değildi. Sınırlarımı aşmış olmamın artık büyüyor olduğumun verdiği mutluluk, ama bunları yaparken onları endilendirmiş, annemi üzmüş olmamın verdiğide kızgınlık değil de kırgınlık vardı gözlerinde. İnsanları gözlerinden okuyabiliyor olduğumu biliyordum. İnsanların niyetlerini aslında ne söylemek istediklerini anlayabiliyordum bunun bana Allah tarafından verildiğini bilmiyordum sadece. Maneviyatımın ne kadar güçlü olduğunu biliyor ama bunları farklı şeylere yorumluyordum. Genetik, özellik, süper güç vs. Sonra annemi aradılar buraya gelmiş dediler ama şimdide telefonun bu ucunda diğer tarafın ne dediğini merak ediyordum. Aslında hep heyecan sevmişimdir bebekliğimden beri hep sonunun ne olacağını hiç bilmediğim eylemleri gerçekleştirmişimdir. Kapattı teyzem telefonu..
Dudakları sıkıp başını sallayarak,
-"Annen seni öldürecek" dedi
-Babama söyleyecek mi peki?
-Söyleyecek!
-Dede ne olur söylemesin bir daha yapmayacağım, bir daha yapmayacağım diyerek ağlamaya başladım..
Tamam teyzesi bir daha yapmayacakmış üzerine gitme sende dedi sarıldı bana. O gün dedemin bana kıyamadığını anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİRLENDİKÇE TEMİZLENENLER..
Não FicçãoDefalarca "TÜKENDİM" Diyen bir adamın defalarca yeniden ayağa kalkmasını anlatan, yaşanmış bir hayat hikâyesinin tamamen kurgudan doğaçlamadan uzak, sadece yaşadığı mutluluklarını, hüzünlerini, heyecanlarını anlattığı bir yazı dizisidir. Onur Öztürk...