'four: güneş bile dedi ki kendine, doğmak anlamsız.

40 7 2
                                    

Ayakkabılarımızı giyip apartmanın kapısına indiğimizde çıkmadan bekledik. Ara sokakta kaldığımızdan araba sesi gelmiyordu, henüz kulaklığını takmamıştı Jake. Önce görüşünü sağlayıp sonra sesi deneyecektik. Kademe kademe olacaktı her şey.

Kulaklığını takıp müziğini açtıktan sonra kolunu tuttum. Göz bandı olmadan çıkacaktı.

Demir kapıyı açıp dışarıya adımladım, Jake de peşimden geldi. Sokakta park edilmiş aracı gördüğünde gözlerini sımsıkı kapattı.

"Jake, bir şey yok. Bana bak." dedim tam önüne geçerken. Duymamıştı elbette, bu yüzden omzuna iki kez hafifçe vurdum. Gözleri gözlerimle buluştuktan sonra arkamda kalan arabaya ulaştı. "Kusacakmışım gibi hissediyorum." diye mırıldandığında kolunu tutup yürümeye, onu da peşimden ilerletmeye başladım.

Kussa da bayılsa da üstesinden gelmeliydik, biraz zorlayacaktım.

Ana caddeye çıktığımızda gözlerini takip ettim. Sağa sola dolaşıyor, biraz da titriyordu maalesef. Yürümeye devam ederken bir anda durup duvara yaslandı. Nefes alamıyormuş gibi montunu  çekiştirirken yanımda getirdiğim suyu açıp içmesine yardım ettim. Neyse ki kaldırımda fazla insan yürümüyordu.

Birazcık sakinleştikten sonra kendi kendine arabaları izlemeye başladı. Fark ettiğimde gülümseyip yanına oturdum. Sesleri duyamıyordu, konuşmadan bir süre oturduk.

"Ben," dediğinde bağırdığı için elimle sesini alçaltmasını ifade ettim.

"Sanırım arabaları çok seviyorum."

Kendi kendime güldükten sonra duymayacağını bile bile var gücümle "Ben!" diye bağırdım. "Ben de arabaları çok seviyorum!"

°°°°°°°

Akşam elimde market poşetleriyle eve girdiğimde Jake'e seslendim. Ses gelmeyince poşetleri mutfak tezgahına koyup kendisini aramaya başladım. Salonda uyuyordu, oldukça yorulmuştu. Kulaklığını çıkaramamıştı ancak yoldan geçen arabaları izleyebilmişti. Arada nefes darlığı yaşıyordu ama ilk haline göre ilerleme kaydetmişti.

Bir süre çabalayacaktık, zarar görmesinden korkuyordum. Hepimizi toplamak isterken birimizi daha kaybedemezdim. Bu düşünceyi Jake'e asla yansıtmadan kovup duruyordum.

Jake'in üstüne bir battaniye örttükten sonra telefonumu alıp tekrar evden çıktım. Devam etmem gerekiyordu. Eve en yakın telefon kulübesine vardığımda telefonumu çıkarıp telefonu açmayan kişilerin numarasını açtım; Sunghoon ve Sunoo. Eğer beni engellemişler ise şimdi anlayacaktım. Önce Sunoo'nun numarasını tuşladım. Çalmamıştı, numarayı kapattırmıştı büyük ihtimalle. 

Sunghoon'un numarasını arattığımda ise çaldı, çaldı, çaldı ve açıldı.

"Kimle görüşüyorum?" diye sorduğunda sesinin ne kadar değiştiğini fark ettim, çocuksuluğu kaybolmuştu. "Park Sunghoon." dediğimde sesimden tanıyacağını düşündüm. "Sana ihtiyacımız var."

"Bir katile mi ihtiyacın var Lee Heeseung?" 

Gözlerimi yumdum, sanırım o bendim. Sanmıyorum, bendim. "Özür dilerim. Sana, benden daha çok ihtiyacı olan biri var." dediğimde cevap vermeden bekledi. "Jake'in yanında olmalısın artık."

"Senin yanında mı?" 

"Terk ettin onu."

"İlişkimize karışma."

"İlişkiniz ilgimi çekmiyor. Enhypen'ı toplayacağım ve seni getirmek için Jake kozumu kullanıyorum. Yalvarırım beni yorma, çok yoruldum."

"Jake'i arayacağım. Senden nefret ediyorum."

Telefonu yüzüme kapattığında bir süre orada durup derin nefesler aldım. Jake'i iyileştiremiyordum çünkü istediği ben değildim. Sözünü etmiyordu ama biliyordum işte. Adını geçirmemesinin sebebi bendim, Sunghoon'u tetikleyip gitmesini sağlayan bendim. Benim yüzümden Jake'i terk etmişti. Onu her gördüğümde felaket vicdan azabı çekiyordum. 

Başta Jake de beni suçluyordu ancak geride kimse kalmamıştı. Benden nefret etse de krizleri arasında yardım eden ben oldum. Birbirimizle bayıla bayıla yaşamaya başlamadık. Mecburduk. Sonradan içimize attık hepsini. Buna da mecbur kaldık. 

Eve tekrardan gitmem birkaç saatimi aldı. Ayaklarım buraya ait olmadığımı söyleyip yetimhaneye yönlendirmişti beni. Belki araçla iki saatlik yol olmasaydı yürüye yürüye gidecektim gerçek evime, erken fark edip geri döndüm. 18 olduğumda ayrılmak zorunda kalmıştım, ben gideceğim için diğerleri de daha 18 olmadan benimle ayrılmışlardı. 

Sürekli ziyarete giderdik, Jake arabalardan korkmaya başladığından beri gitmemiştim. Ama bu ruh halimle gidemezdim, daha sonra ziyaret etmek hakkında kendime söz verdim. 

Hava kararınca eve döndüğümde Jake uyanmış, hatta yemek bile hazırlamıştı. Nereden geldiğimi, neden yüzümün düşük olduğunu sormadı; ben de neden enerji dolu olduğunu, Sunghoon'un arayıp aramadığını sormadım. Belli değil miydi her şey? Onu sevindiren beni paramparça ediyordu. 

Masada karşılıklı, sessizce yemeğimizi yerken "Sunghoon aradı." diye konuyu açtı. "Akıllanmış." dedim, pek de böyle demek istememiştim aslında. "Yanında kalmamı istedi." 

Kafamı yemeğimden kaldırıp ona çevirdim. Bu kadarını itiraf etmeliyim beklemiyordum. "Ne?" diye sordum korka korka. Gidecekti, bu, duvarları üstüme üstüme gelen evde beni tek başıma bırakacaktı. 

"Önce konuşmamız gerektiğini söyledim. Bir anda aklına nasıl düştüğümü düzgün bahanelerle açıklamalı." diyerek masadan kalktı. "Gitmem gerek. Sanırım birkaç gün kalırım." 

"Enhypen'ı toplayacağım." dedim, bir yandan da nasıl gideceğini düşünüyordum. Arabalardan korkuyordu, aptal. "Umarım toplarsın. Sunghoon'u ikna etmeye çalışırım." dedi. Yalan söylemesinden korkuyordum, Sunghoon'la bir olup benden daha çok nefret etmesi düşüncesinden ölesiye korkuyordum. 

Odasına gidip sırt çantasıyla kapıya yöneldiğinde kalkıp peşinden gittim. Ayakkabılarını giyiyordu, gitme konusunda kararlıydı. Kulaklığı bile boynunda hazır duruyordu. "Beni bırakma." dedim. "Bensiz yapamazsın."

"Beni bu hale siz getirdiniz." dedi.

Gitti. 

dear god, please save my mind.﹕enhypenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin