if you go, i'll stay

1.3K 167 161
                                    


Saatler önce yağmış olan yağmurun nemi kahverengi bankta kendini belli ederken, bunu umursamadan oturmuş olan Yeonjun'a işlememiş gibiydi. Kucağına tırmanmış olan sarı tüylü kediyi usulca okşarken ise düşünceleriyle yalnızdı son birkaç yıldır olduğu gibi.

Kalabalıktı; düşünceleri yani. Etrafı da kalabalıktı ancak o yalnızdı. Kendisine her ne kadar engel olmak istese bile durduramıyordu içindeki bu kasırgayı. Nereye eserse o yere savruluyordu Yeonjun, tutmuyordu kendini. Sadece rüzgarın kendisini kontrol etmesine izin veriyordu.

İpler çoktan elinden gitmişti çünkü.

Çekincesi de vardı bazı konularda. Arkadaşlarına anlatmıyordu, şımarık olduğunu düşünüyordu bazı noktalarda. Kafasının içinde büyüttüğü düşünceleri anlatıp insanları sıkmak istemiyordu, herkesin uğraşacağı birçok şey vardı çünkü. Bir de kendisini ekleyip rahatsız etmek istemiyordu kimseyi, kendisiyle konuşuyordu bu yüzden.

Bu düşünceydi ona engel olan, kendi kendine yetmeye çalışıyordu. Başlarda güzel idare ediyordu her durumu ancak şimdi kendisini bile idare etmekte zorlanır hâle gelmişti. Önceden dönüp arkasına baktığında içinde bir yerlerde bulunan hisleri orada beklerdi onu. Fakat tam şu an o hisler bile yalnız bırakmıştı kendisini.

Sırtını kendine yaslıyordu ancak şimdi o bile arkasını dönmüştü.

Yutkunduğunda derin bir nefes çekti içine gözlerini kapatarak. Havadaki ıslaklığın kokusu ciğerlerine ulaştığı an gülümsedi Yeonjun. Ona yeterli gelen şeyler bu kadar küçüktü işte, bir yağmur kokusuyla mutlu oluyordu.

Aslında ne istediğini kendisi de bilmiyordu. Kurtulmak istiyordu, kaçıyordu. Fakat kaçtığı şey neydi? Gömülmüş olduğu ve günden güne battığını hissettiği bataklık neyin nesiydi? Bilmiyordu bunları, tek bildiği şey bu ruh halinden artık çıkması gerektiğiydi.

Şımarık bulduğu şey buydu işte; henüz sebebini bile bilmediği bir şeyler onu boğarken, o kendisini ele geçirmesine izin veriyordu. Üzülebileceği ya da dert edinebileceği bir sürü sebep varken bir hiçliğe uzanması komik geliyordu. Gençlik bunalımıydı belki, onu da bilmiyordu gerçi.

Solukları belli bir düzene girdiğinde açtı gözlerini. Sol kulağından teki düşmüş, sağ kulağında ise yerini belirlemiş olan kablolu kulaklığından gelen hafif sesle kapattı telefonundaki şarkıyı. Bulunduğu atmosfere uygun olan ritim sustuğu an kulağına ilişti rüzgarın sesi.

Bir hafta öncesine kadar hiçbir diyaloglarının olmadığı Soobin'i bekliyordu. Onun için çabaladığını iddia eden kişiyi. Kurtulmak istiyordu fakat kendini açmak istemiyordu, yapmamıştı hiç. O da şımarık olduğunu düşünüp sırtını dönerdi belki. Ya da 'Bunlara mı üzülüyorsun?' diyebilirdi. Şimdilik ona bir nebze de olsa iyi gelen birini kaybetmeyi istemiyordu.

En derinlerinde 'Kurtarıcısı' olarak düşündüğü birini kaybetmeyi istemiyordu şimdilik.

Tüm bu düşüncelerinden uzaklaşmasını sağlayan şey, yanında hissettiği hareketlilik oldu. Uzun boylu beden hiç sorgulamadan nemli olan banka oturmuştu. Yeonjun'un sağ tarafına. Yeonjun dönüp bakmamıştı ancak üzerinde gözler hissediyordu. Yüzünü turlayan gözlerin ise tek bir amacı vardı; iyi olup olmadığı.

Soobin iyi bir gözlemciydi, hissederdi. Yeonjun dışarıya karşı her ne kadar belli etmese bile içinde tuttuğu şeyler vardı. Kimse anlamaz, yanından geçip giderdi. Günün sonunda ise Yeonjun bir ayna misali yüzleşirdi onlarla. Soobin ise Yeonjun'un tek bir kaş kaldırışından anlardı ne düşündüğünü.

İşte tam öyle anlarda, Yeonjun'u kolları arasına alıp sıkıca sarılmayı isterdi. Sıcak ama etkili hissettiren bir buseyle onu iyi hissettirmek için nelerini vermezdi.

yes to heaven, yeonbin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin