ep.3: beyaz bisiklet ile rüyalar aleminde gezi

32 10 6
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

...

Evde kendi başıma öylece oturuyordum. Başım feci halde ağrıyor, kafamı duvarlara vurmayı istmeme sebep oluyordu. Bedenimde ise hiç bıktırmayacak bir üşengeçlik hakimdi. Sırf bu yüzden kalkıp bir duş almıyor, yemek yemiyordum. Çünkü baş ağrım ile çok fazla sarf ettiğim eforumun yerine yenisini koyamıyordum. Bedenim sanki yavaş yavaş tükeniyordu. Ağrı kesicilerin işe yaramadığı raddede kendimi çatı katına çıkarıp aşağı atacaktım. Ya da bir paketi birden içer ve sonsuza dek gelmezdim. Ancak bu bana çare olabilirdi.

Kafamı ölesiye bastırdığım yastıktan yavaşça sağa çevirip, komodinin üstündeki dijital saatime baktım. Saatin henüz 11 olmasına rağmen hiç de iç açıcı bir hava yoktu. Ağustos ayının son günlerininde böyle bulanık geçmesi güzel değildi. Oysaki ben ağustos ayına aşık, yaz mevsimine düşkün bir insandım.

Telefonumun sesini kısmıştım. Zira kulağımın dibinde zır zır öten bir yüksek desibelli metalle yaşayacak gibi değildim. Telefon katili olmama da ramak vardı aslında. Bu yüzden telefonumdaki aramaları ancak parlayan ışığı sayesinde fark edebiliyordum. Fark edemediğim anda ise boşverip geçiyordum. İşte tam da o boşvermişliğin içinde telefonumun ekranı parladı. Gözlerim açıktı. Oda karanlıktı. Bunun bir sebebi de perdeleri en ince ışığın bile girmesini engelleyecek kadar kapatmamdı. Bu sayede telefonumun ekranı odadaki karanlığı bir bıçak darbesiyle kestiğinde ben tavanı izliyordum. Yerimden kıpırdamamakta kararlı olsam da, bu istikrarlı hallerim çok geçmeden kapının önünde bulmuştu kendilerini. Ve telefonumu yanıtlamaya vakit kalmadan kapandığında iki dakika bile geçmeden tekrar yanıp söndü ekranı. Bu mesaj geldi demekti. Biri bana ulaşamayınca mesaj atmayı denememenin de işe yaramayacağını bilmiyor galiba. Sonunda gerçekten pes ettiğimde yana kayarak komodinin üstünde duran telefonu alıp göz ucuyla bakmaya başladım.

Evet, beklediğim gibi altı cevapsız arama annemdendi. İkisi eski mahallemizdeki kızlardan, biri de babamdandı. Mesaj da ondandı. Bugün bisikletimi bırakacağını akşam üzeri buraya uğrayacağını ve konum atmam gerektiğini söylediği kısa bir mesajın sonuna seni seviyorum kızım kelimeleri de eklenmişti. Ne'ydi bu bir anda patlayan sevgi pıtırcığı halleri anlamıyordum. Kimseden sevgi veya ilgi beklemeyi bıraktığımda mı akıllarına gelmiştim. Yoksa ben pes ettiğim için hayat bana götüyle gülmek için mi olmuştu bunlar, anlamıyorum. Anlam çıkaramamak ise beni çileden çıkarıyordu.

Oflayarak telefonu yanıma bıraktım, ekran kendi kendine kapandığında ellerimi gözlerime bastırarak başımdaki sızının biraz olsun hafiflemesi için tanrıdan yardım diliyordum. Dindar biri değildim, inanın bana gerçekten bu tür şeylerde o kadar iyi değilimdir ama şu anda bu baş ağrısının dinmesi için dine bile girişebilirdim.

Tanrı beni duymamış gibi daha çok acı çekmemi de sağlamak için beynimin her bir noktasının karıncalanmaya başladığında artık inancımın da son kırıntılarını aç güvercinler kapıp götürmüştü.

have a soul in my body, s.eunseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin