Bir hafta...
Olayların üzerinden tam bir hafta geçmişti ama Halil öyle bir boka basmıştı ki ayakkabısından çıkmıyordu.
Hakan ve diğer iki gerizekalı tarafından sürekli aranıyordu, tıpkı şu an olduğu gibi. Telefonu parçalamak istercesine avucunda sıkarken, yeşil ikonu kaydırdı,
"Hakan yeminim olsun bir kez daha ararsan seni öldürürüm."
"Lan o kadar içeri girdin de nasıl alamadın! Yalan söyleme Halil, payımızı ver."
"Ulan aptal orospu evladı, bana yanlış şifre vermişsiniz, kasa üzerinde parmak izi isteyen bir bölme var ve odanın içinde kamera varmış. Sen taşşak mı geçiyorsun, o kadar yeteneğimiz olsa banka soyardık."
Hakan sıkıntılı bir nefes verdi,
"Sami'nin kardeş Zeynep, yalan söylüyor öyle bir kasa yok, hepsini kendine almış diyo ama. Sen bizi mi yiyorsun lan."
Sinirle bir kahkaha patlattı Halil, eğer bu piçler yanında olsaydı patlatacağı şey bir yumruk olurdu.
"Madem öyle sen gir eve, bak bakalım kasa öyle mi değil mi."
"Saçmalama lan, başımı belaya sokamam."
"La dalyarrak, madem inanmıyorsun, alsın Zeynep'ciğin seni eve. Sizin planınızı bilmiyor muyum ben? Kendiniz gibi aptal sandınız beni heralde. Aklınızca ben hırsızlığı yapıcam, polis beni enselerken de tüm para size kalacak. Yarrağımı alırsınız."diyip suratına kapattı Halil.
O olayın üstüne eve gelip sağlam kafayla düşündükten sonra her şeyi daha net kavrayabilmişti. Belli ki Zeynep denen kız kasayı bir kez bile doğru düzgün görmemiş, ama varlığından ve nerede olduğundan haberdar bir şekilde, Halil'in oraya kadar sürüklenmesine neden olmuştu. Yüksek ihtimal çay kahve falan götürdüğü esnada da kamerayı fark etmiş. Sonra da küçük beyinlerinde haysiyetsizce bir plan kurmuşlardı. Halil insanların nasıl bu kadar düştüklerini anlayamıyordu.
Muhtemelen o iki kardeş planın tamamını Hakan'a anlatmamışlardı ki, büyük ihtimal onu da aradan çıkaracak bir plan yapmışlardı. Ancak soygun olmayınca emellerini gerçekleştirememişlerdi. Çok geçmeden gerizekalı Hakan'ın da jeton düşmüş olurdu ki o zaman da muhtemelen birbirlerini yedikleri için Halil'i rahat bırakırlardı.
Halil'in aklı bir an o güne kaydı. O gün kasadan aldığı para onu iki ay paşalar gibi götürecek bir paraydı ve küflü deposunun hiç de cüzi olmayan kirasını ödeyebilmişti bu ay. Duvarın üst kısmındaki dikdörtgen ve incecik iki pencere harici, gün ışığı almayan boktan bu yer Halil'in maliyetini karşılayabildiği tek yerdi.
Odanın kenarındaki tüpün yanına gitti ve üzerindeki tencerenin kapağını açtı. Fokurdayan güvecin içine biraz sarımsak katmış ve bir kaç tur karıştırmıştı. Tencerenin kapağını kaparken şehriyeli pirincin olduğu diğer tencerenin etrafındaki gevşeyen sofra bezini daha sıkı örttü ki, soğumasın.
Çömeldiği yerden kalkarken aynı oda içinde bulunan eski ve homurtulu, ikinci elciden aldığı sararmış buzdolabından cacık için yoğurt ve salatalık çıkardı. Çöpün yanında bulduğu küçük masanın üzerine koydu yoğurdu ve dar lavaboda yıkadığı salatalıkları soymak için gıcırtılı sandalyeye oturmaya yeltendi ancak kapısı çaldı. Aslında yumruklandı, zira kapısının bir zili dahi yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİNESTEZİ (GAY)
General FictionHalil bir lütuf mu yahut bir ceza mı olduğunu bilmediği bir yeteneğe sahiptir. Sinestezi... Yaşadığı trajik bir kaza sonucu kendisine bahşedilen bu nadir komplikasyon sonucu, insanların enerjilerini renkler halinde görüyor ve tadabiliyordu. Bundan...